Depremin Depreştirdikleri (3. BÖLÜM)
Şimdi de Elbistan Devlet hastanesinde uzman doktor olarak çalışan Doktor Nuri beyden (İsim değiştirilmiştir) bilgi alıyorum.
Doktorumuzdan depremin ikinci gününden itibaren istirahat zamanlarında alabildiğim bilgileri paylaşmaya çalışacağım. Doktorumuz maddi hastalıkların doktoru olduğu gibi, sanki manevi hastalıklarında doktorudur.
Doktur Nuri beyi dinledikten sonra en azından benim kanatım böyle. Rabbim adetlerini çoğaltsın.
Doktorumuz anlatıyor:
Hastanemiz üçyüz yataklı bir Devlet hastanesidir. Depremden çok hafif hasar aldı. Uzun zamandır bu hastanede uzman doktor olarak çalışıyorum.
Depremin ilk günü çok büyük bir felaket yaşadık. Altı şubatın erken saatlerinden itibaren personelimizin pek çoğu acilen geldi. Gelemeyenler ise depremzede olmuş arkadaşlarımız.
Hastanemize gelen yaralıların sayısı devamlı artmakta. Yataklarımız yetmiyor. Sedyeleri ve koridorları yatak haline getiriyoruz. Acılar içinde bağıranlar. Kimisi kendi canının derdine. Kimisi kendini unutmuş oğlunu ve kızını sormakta. Kimisi de yaşlı anne ve babasını aramakta. Sanki haşir meydanı.
Elimiz ayağımız bir birine karışıyor. İlk önce hangisine koşalım. Hepsi acil. Pek çoğu yoğun bakımlık.. Kafa travması, göğüs bölgesi travması geçirenler. Ciddi kanamalar, ağır kas ezilmeleri, kemik kırıntıları ve hatta uzuv kayıpları.
Üçyüz yataklı hastanede birden iki bin beşyüzü geçtik yaralı. Devamlı da artmakta. Zaman geçtikçe kendimizi toparlamaya ve müdahaleleri yetersiz sayıdaki personelimizle bir düzene koymaya çalışıyoruz.
Bu vaziyette bir kaç gün geçti. Hastalarımıza yetişmekte çok zorluk çekiyoruz. Uzaktan gelmeye başlayan doktorlarımız ve personelimizin büyük yardımı oldu. İlaçlarımız eksilmişti. Ağrı kesiciler, antibiyotikler, serumlar ve kan torbaları kalmamıştı. Gönderilen ilaç yardımları çok şükür eksikleri kapatmaya başladı.
Depremin üçüncü günü. Hemşire Nurgül hanım bir şikayetle geldi.
- Hocam! ikiyüz onikinci odada Selim Kartal isimli, üniversite mezunuymuş bir depremzedemiz var. Ağır yaralı. Ciddi kanamaları var. Bacak kasları ezik. Depremde hem annesini ve hem de babasını kaybettiği gibi iki kardeşini de kaybetmiş. Tedaviye itiraz ediyor. Bağırıp çağırıyor. Diğer hastaları da rahatsız ediyor. '' Allah’ım yardım et '' diye inleyen hastalara hakaretler yağdırıyor. İdare etmekte zorluk çekiyoruz.
- Tamam kızım ben onunla özel ilgileneceğim, dedim… Gecenin geç saatinde yanına vardım..
- Merhaba Selim bey!
- Merhaba..
- Seninle biraz konuşalım mı?
- Ne konuşacağız..
- Bilmem ne istersen. Tabi ki burada konuşamayız. stersen görevliler seni yatağınla beraber benim odama getirecekler, orada rahat rahat konuşuruz.
- Tamam dedi. Selim odama getirildi, kendisine tekrar '' Geçmiş olsun'' dedikten sonra:
- Biraz sabır buda geçecek. İnanıyorum ki Rabbim biz doktorları sebep yaparak sana şifa verecektir. Selimin birden rengi ve yüz hatları değişti.
- Doktor! Sen benimle dalga mı geçiyorsun? Var mı ki öyle biri? Benim annem, babam ve iki kardeşim öldü, yok oldular. Onlardan ebedi olarak ayrıldım. Bir daha hiç birisini göremeyeceğim. Vakıa bende yok olacağım. Toprak olacağım. Tüm yakınlarım ve sevdiklerim idam oldular. Bende o sehpaya doğru yaklaşıyorum. Şu an bu depremde ben bunları yaşıyorum. Sen bana bir iyilik yapmak istiyorsan bir iğne yapıver de hemen yok olayım. Bu acıları devamlı çekme durumunda kalmayayım..
Hiçbir şey söylemeden kendini dikkatlice dinledim. İçini iyice boşaltmasını istedim. Ben onu samimane dinledikçe o da rahatça konuşuyor ve derdini anlatıyordu.
O konuştukça imansızlığın ne korkunç bir şey olduğunu. Kişiyi bu dünyada dahi nasıl yaktığını adeta gözlerimle müşahede ettim. İmana hizmetin en büyük hizmet olduğunu bir kez daha yaşadım. Kendisine:
- Selim! Seninle konuşacağımı ve seni dinleyeceğimi söylemiştim. Bak! Ben seni dikkatlice dinledim. Sen medeni bir insansın. Hem de Fen fakültesini bitirmişsin. Ne olur şimdi de sen beni iyi dinle! Her söylediğimi kabul etmek zorunda değilsin! Aklını kullan! Düşün ve sorgula! Varsa itirazlarını kesinlikle yap!