Depremin Depreştirdikleri
(2. Bölüm)
Merve Nur hanım; İbrahim Said’in hanımı ve benim de çok sevdiğim kardeşim merhum emekli öğretmen Rustem beyin kızıdır. İlk önce telefonla onu aradım..
- Selamün aleyküm Merve Nur.
- Aleyküm selam Hüseyin abi..
- Kızım öncelikle geçmiş olsun, sesini duydum çok sevindim.
Merve Nur hem ağlıyor hem de titreyen sesiyle anlatmaya çalışıyor:
-Abi ben bir günce Elbistan devlet hastanesinde sezeryanla doğum yaptım. Hastayım ve bebeğimin durumu da çok kritik. Burada sanki aniden bir kıyamet koptu. Hastane yaralılarla doldu. Doktorlar haklı olarak şimdi onlarla meşgul. Benimle ve bebeğimle ilgilenecek halleri yok. Bu durumda hastaneden mecburen ayrıldık. Bitkin bir vaziyetteyiz, buradan Elbistan’dan da ayrılma mecburiyetindeyiz. Annemde yanımda konuşamıyor, ne olur bize dua et..
Öğleden sonra bu defa İbrahim’i aradım..
- Geçmiş olsun İbrahim! Şu an neredesin ve ne yapıyorsun?
- Abi şu an arabamın içindeyiz. Evde kalan bir yavru kedimiz ve bir de eşimin el çantası vardı. Az önce onları almak için korkarak eve girdim. Kucağımda kedi ve elimde çanta. Binamız tekrar sallanmaya başladı. Arkasından duvarlardan dökülmeler. Toz toprak. Dışarıdan gelen eşimin ve kayın validemin çığlıkları... İbrahiiim! İbrahiiim! Ne olur çık dışarıya. Allah’ım ne olur ona yardım eyle! diye yükselen ağlama ve dua sesleri.. Kendimi zoraki dışarıya attım ve Elhamdülillah yara almadan kurtuldum ..
- Peki depremin ilkini nerede ve nasıl karşıladın?
- Eşim bir gün önce sezeryanla doğum yapmış ve hastanede yatmaktaydı. Rabbim bize nur topu gibi bir erkek evlat hediye etmişti. Adını da hemen oracıkta Ali Selim diye koymuştuk. Kayınvalidem eşimin başında kalmaktaydı. Evde iki buçuk yaşındaki Zeynebimle beraberiz. Zeynebimi uyuttum fakat ben bir türlü uyuyamıyordum.. İçimde sanki bir şey olacakmışçasına bir tedirginlik vardı. Geç vakit kalktım. Namaz kıldım. Zeynebim ise maşallah mışıl mışıl uyumaktaydı.
Saat 04.17 de evimiz çok kuvvetli bir şekilde sallanmaya başladı. Bazı eşyalarımız patır patır dökülüyor. Evin duvarları sanki üzerimize düşüyordu. Bir an kıyamet kopuyor sandım. Büyük bir depremle karşı karşıya olduğumuzu anladım..
Hemen Zeynebimin üzerine kapandım. Deprem durmuyor devam ediyor. Ben ise ne yapacağımın şaşkınlığı içindeyim.Rabbime; yüksek sesle ağlayarak yalvarmaya başladım. Bu arada Zeynebimde uyandı .. O da ağlayak sanki duama eşlik ediyordu.
Yarab! Benim günahlarım çok ama Zeynebim masum... Onun hürmetine yardım eyle. Bizi bu felaketten kurtar. Haz. Yunus (A.S.) ı kurtardığın gibi. Haz. Yusuf (A.S.) a necat verdiğin gibi. Bizi de kurtar ve necat ver. Peygamberimizin hürmetine. Arşın hürmetine. İsimlerin hürmetine. Kelamın hürmetine. tüm sevdiklerin hürmetine yardım eyle… Sallanma uzun sürdü. Sonradan öğrendiğime göre atmış saniye sürmüş. Ama bizim için sanki atmış günden çok daha fazla bir zamandı..
Zeynebimi kucaklayarak dışarıya fırladım.. Aklıma eşim ve dünyaya yeni gelen oğlum geldi. Acaba onlar ne halde. Delirecek gibi oldum. Kızımla beraber arabamla hızla hastaneye gittik.
Yolda, gördüğüm yıkılan binalar. Oğlum! Kızım! Annem! Babam! Kardeşim diye feryat edenler. Her taraf toz toprak.
Hastaneyi sağlam görünce biraz rahatladım.. Hastalar dışarıda. Hava çok soğuk. Yeni gelen yaralılarla beraber, hastane bahçesi binlerce insanlarla dolu. Doktorlar, hemşireler ve hasta bakıcılar şaşkınlık içinde oradan oraya koşturmakta. Hastaneden eşim, çocuklarım ve kayınvalidemle birlikte uzaklaşıyoruz.
İşte Hüseyin abi biz Elbistan’da bir günde bir ömrü yaşadık. Sanki bir kıyameti gördük. Rabbim, ülkemizi, milletimizi ve tüm insanlığı böyle bir felaketten korusun. Şimdi Nevşehir’e doğru yola çıktık. Dualarınızı istirham ediyoruz.
Kardeşim; o anı kısmen de olsa bana da yaşattınız.. İstanbul’da 17 Ağustos 1999 depremini yaşamış biri olarak sizi anlıyorum..Göz yaşlarımla dua ediyorum. Rabbim sizi koruduğu gibi tüm insanlığı da muhafaza eylesin.. Bu tür acı felaketleri bir daha yaşatmasın. Basiretimizi bağlamasın. Bu tür afatlardan maddi ve manevi ders almayı ihsan eylesin..
Bu gibi felaketlerde en önemli işleri yapan, hayata hayat katan kimlerdir derseniz?
En başta; kendi hayatlarını tehlikeye atarak, yıkık binaların altında, kolonların arasından, taş ve demirlerin içlerinden yaralıları çıkaranlardır.
Birde hastanelerde hastalarını yaşatabilmek, yaralarını tedavi edebilmek ve acılarını dindirebilmek için koşturanlardır. Bunların başında, uykularını ve istirahatlarını terk edip, oradan oraya koşturan hastane çalışanlarımız, hemşirelerimiz ve en önemlisi de doktorlarımızdır.
Rabbim onların yardımcısı olsun. Hayata hizmet hizmetlerin en büyüğüdür.