HAYDARPAŞA İSMİ NEREDEN GELİYOR
MEHMET AYCI
"Anadolu coğrafyasında garların anası mesabesinde olan Haydarpaşa Gar’ına esaslı bir selam gönderelim diyeceğim de, adı üzerinde garımız “paşa”lıdır ve dahi İstanbul’un Anadolu yakasında ‘bu şehir yüzyıldır benden sorulur erenler’ der gibi arzı endam etmektedir; selam göndermek kifayet etmeyecek selam/a durmak gerekecektir. Şardan şehirden, taştan binadan, yapıdan mimariden az buçuk nasibi olanlar arasında garın cesameti, heybeti, haşyeti ve göz dolduran yakışıklılığı karşısında dudağını ısırmayacak bir âdemcik varsa sahiden nasipsizler taifesindendir. Bir akşam vakti güneş batarken, cümle olmadı, her akşam vakti güneş batarken, her sabah güneş doğarken Haydarpaşa’nın İstanbul’a ettiği nazar hayali de tasavvuru da çıldırtacak kudrettedir. Haydar’ın Ali Efendimizin ismi olması, “paşa”nın bu topraklardaki derin saygınlığı, meşe gölgesi paşa gölgesi darbımeselinde olduğu gibi gölge ihsan etmesi kim bilir “Haydar”lı “paşa”lı bu garın ağırlığına ağırlık katmış, sanki yüz küsur yıl önce değil de, milattan önce de, hatta kurulduğu günden beri İstanbul’un bu yakasındaymış gibi tabii bir vakurla durmasını sağlamıştır.
İyi de niye Haydarpaşa, İstanbul Gar, ne bileyim “Gare de Costantinople” değil de Haydarpaşa Gar’dır, buraya dikkat etmek lazımdır. Bu dikkati derinleştirmek için önce gar olan Haydarpaşa’ya değil sahiden paşa olan Haydar Paşa’ya değinmek, Kanuni döneminin bu ele avuca sığmaz bayındırlık adamının paşalığına nazar etmek gerekecektir. O nazara geçmeden önce Frenk memleketlerinde sevgili garımızın “Gare de Haidar Pacha” namıyla maruf olduğunun da bilinmesi gerekir.
Daha paşa olmadığı için “Haydar Bey” ISPARTA’nın GELENDOST ilçesinde doğmuş, Hürzat Oğulları sülalesinden “sarı çizmeli” Mehmet Ağa’nın oğludur. Allah’ın işleri işte, bir yazıcıkta da olsa Haydar Paşa Hazretleri babasının adını zikretmemize, ona rahmet dilememize vesile olmaktadır. Ergenliğine kadar memleketinde dönüp dolaştıktan, Akşehir ve EĞRİDİR medreselerinde ilim tahsil ettikten sonra kapağı İstanbul’a atmasıyla birlikte Mimar Ağa Ocağı’na kaydolmuş, kendisini göstermiş, Darüssınai Odasında gösterdiği başarı sayesinde Mimar Ağa Yardımcılığı rütbesini tez elden iktisap etmiş, kelimenin gerçek manasıyla “kalfa” olmuştur. O kadar ki, Haydar beyin paşalığı kalfalığından başlamaktadır desek yeridir, zira, oğlancağız Yavuz Sultan Selim Han Hazretlerinin lalası Kasım Paşa’nın gözünden kaçmamış, Haliç’te tersane kurmaya memur edilmiş ve kısa zamanda namı “Kalfa Paşa”ya çıkmıştır. Paşa olmadan paşalığı hak eden Haydar Bey’in Haliç’te başlayan marifeti burayla sınırlı kalmayacak, Cihan Devletinin tam da ismiyle müsemma olduğu Kanuni Döneminde coğrafyamızın dört bir yanında Haydar Paşa hususiyetle mühendislik gerektiren her bayındırlık işinde neredeyse efsaneleşecektir.
Burada, Kasım Paşa’nın himayeleriyle Sadrazam Ayas Paşa’nın himmetleriyle ve elbette Muhteşem Süleyman’ın bilgisi dâhilinde İstanbul-Bağdat kervan yolunun teşkil, tadil ve tamirinin, özellikle Ankara-Niğde-Adana aksının kurulmasında baş kişinin Haydar Paşa olduğu, güzergahtaki bataklıkları kuruttuğu, sulama ve tarım alanındaki mahareti, bu hizmetlerine karşılık olarak yaşı otuzuna ermeden bir tuğlu vezirlikle payelendirildiği, emrine verilen istihkam alayı ile Budin’in fethinde gösterdiği yararlıktan dolayı iki tuğlu vezirlik rütbesine nail olduğu, Kanuni Hazretlerinin İran ve Turan(sözün gelişi Turan, siz onu Transilvanya ve diğer seferler olarak düşünün) seferlerine katılarak Osmanlı Ordusundaki en seçkin mimar mühendis tabyasına kumandanlık ettiği, sadece Padişah efendimizin değil, Anadolu ve Rumeli Beylerbeyi’nin, dahası Kaptan-ı Derya Barbaros’un, yetmedi Sokullu Mehmet Paşa’nın gözbebeği olduğu, neticesinde o tarihe kadar Osmanlı Ordusunda görülmemiş olan üç tuğlu vezirliğe terfi ettirildiği, Farsçayı, Arapçayı, Fransızcayı, çok sayıda Slav ve Balkan dilini ana dili gibi bildiği için Hariciye işlerine de “memur” edildiği, Padişah efendimiz sefer anında hakkın rahmetine yürüdüğünde durumu idare ederek kargaşa çıkmasını önlediği, II. Selim Han Hazretleri döneminde Sokullu’nun yardımcılığını yaptığı, Don ile Volga’nın, Hazar ile Karadeniz’in kanalla birbirine bağlanması çılgın projesini Sokullu’ya onun kabul ettirdiği, Selim Han’ın sırlanmasından sonra Üçüncü Murat Han Hazretleri döneminde de hazarda ve seferde durmak yok yola devam dediği ve Saray Vezirliği’ne getirildiği, bitmek bilmez bir enerji ile geceyi gündüz ederek çırayı yıldız ederek hizmette kusur etmediği, 83 yaşında Romanya seferinde Bükreş Köprüsünü geçerken hayata gözlerini yumduğu malumdur ve buna benzer ayrıntıları anlatarak tarihçilerin işine burun sokmak, ne bileyim bir Haydar Paşa portesi çıkarmak niyetinde değilizdir… Niyetimiz Haydar Paşa adının ne kadar mühim bir ad olduğunun altını çizmek ve Sultan Abdülhamit Han Hazretlerine bu vesile ile rahmet dilemektir.
Efendim, bahsettiğimiz Haydar Paşa’nın buraya bir köşk yaptırmasından mütevellit Üsküdar’ın bu cenahına Haydar Paşa adı verilmiştir verilmesine de gar yapılana kadar, “Anadolu-Bağdat demiryolu” hayata geçene kadar neredeyse tek ü tenha olan bu kıyıcığa yapılan gara Haydarpaşa denmesi semtin adından dolayı olsa bile Abdülhamit’e rahmet dilememiz gerekecektir."