MEHMET AKİF
VE
DÜŞÜNDÜRDÜKLERİ
Mehmet Âkif Ersoy; ilk sivil Baytar (Veteriner Fakültesi) okulundan 1893 yılında birincilikle mezun olmuş; veteriner hekim olarak 20 yıl sahada, laboratuvarda ve üst düzey yönetim kadrolarında; yurt içi ve yurt dışında mesleği hakkıyla, başarıyla icra etmiştir.. Aynı zamanda bir edebiyatçı, bir şair, bir eğitimci, bir bilim insanı, bir üniversite hocası, bir vaaz hocası olan Mehmet Akif ERSOY, bütün bu kimliklerine, ittihat terakkici, kuva-yi milliyeci, asker, milletvekili, bürokrat, diplomat kimlikleri ile sporcu ve gazeteciliği de eklemiştir. Kimliklerinin gerektirdiği hizmetler ile, ülkenin en zor günleri olan, yüzbinlerce şehit kanının döküldüğü Trablusgarp, Balkan, Çanakkale savaşı yıllarında yıkılışı, parçalanışı ve sonra İstiklal savaşı ile yeniden diriliş, hatta yeniden doğuş sancılarının en şiddetli ağrılarla oluştuğu, 7 düvelle savaşıldığı misakı milli sınırlarının çizildiği dönemleri yaşamış, özellikle zor günlerde 1893-1913 yılları arasında veteriner hekim olarak Anadolu’yu at sırtında dolaşmış olması, ülke hayvancılığı ile birlikte halkın sosyo kültürel, sosyo ekonomik yapısını da tüm yönleriyle tanımasına vesile olduğu, ayrıca bilhassa yurt dışında Berlin görevlendirilmesi ile Batıyla Anadolu’yu karşılaştırma imkanı sağlamış ve tüm bu yaşanmışlıklardan yaptığı analiz ve sentezler sonucu çıkarımları, kendine has üslubuyla eserlerine yansıtmış, eserlerinde yaşatmıştır.. Yazdığı dizeler ve yaptığı söyleşilerle, ülkenin yeniden yapılanmasında önemli rol oynamış milli kahramandır, milli şairdir. Tabii ki; istiklal ve istikbale giden yolda başyapıt eşsiz “İSTİKLÂL MARŞIMIZ” olmak üzere olağan üstü “Çanakkale” “Bülbül”, “Hüsran”, “Zulmü Alkışlayamam”, Fatih ve Süleymaniye Kürsüsünde şiirleriyle ve özellikle “Asım” gibi gelecek üzerine nasihatlarıyla, Balıkesir, Kastamonu vaazları ile toplumu içinde bulunduğu zor günlerde uyarmış, bağımsızlık, hürriyet ve maneviyat duygularını aşılamış, millet olmanın önemini vurgulamış, kitlelerin birbirine kenetlenmesini sağlamıştır. Bundan dolayı “Milli Şair” unvanını almıştır.. Bugünkü ve yarınki nesillerin vatan, bayrak, millet ve istiklal sevgisinin esin kaynağı olmuştur.
Milli şairimiz, toplumdaki problemleri doğru tespit eden ve onu dizelerle dile getiren bir toplum mühendisi idi: Akif’in en nefret ettiği şey tembellik olmuştur. Bu bağlamda din kisvesi altında, insanları tembelliğe iten, insan iradesini, aklını, şuurunu hiçe sayan geleneksel kader ve tevekkül anlayışını sert biçimde eleştirmiştir. Bununla ilgili; “…Bugün yatıp duruyorsun ayaklar altında? "Kadermiş!" Öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru; Belânı istedin Allah da verdi... Doğrusu bu. Taleb nasılsa, tabîî, netîce öyle çıkar, Meşiyyetin(=Allah’ın dilemesi) sana zulmetmek ihtimâli mi var? "Çalış!" dedikçe Şeriat(=İslam hukuku), çalışmadın, durdun, Onun hesâbına birçok hurâfe uydurdun, Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya, Zavallı dîni çevirdin onunla MASKARAYA! Bırak çalışmayı, emret oturduğun yerden, Yorulma, öyle ya, Mevlâ ecîr-i hâsın(=ücretli işçi) iken! Yazıp sabahleyin evden çıkarken işlerini, Birer birer oku tekmîl edince defterini; Bütün o işleri Rabbim görür; Vazîfesidir... Yükün hafifledi... Sen şimdi doğru kahveye gir! Çoluk çocuk sürünürmüş sonunda aç kalarak... Hudâ vekîl-i umurun(=tayin edilen vekil) değil mi keyfine bak! Onun hazîne-i in'âmı (=devlet hazinesi) kendi veznendir! Havâle et ne kadar masrafın olursa... Verir!...” dizeleri günümüze de ne kadar uygun…
Ayrıca toplumumuzda alınmamış ders üzerine; “Geçmişten adam hisse kaparmış... Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? "Tarih"i "tekerrür" diye tarif ediyorlar; Hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” dizeleriyle tarihten tekerrür ettirmemek, tekrarlanmamak üzere ders alınması gerektiğini ifade ediyor..” Peki! ülkemizde tarih niçin hep tekerrür etmiştir?!.. Tarihimiz hep tekerrürlerle doludur!.. Kurup, yıktığımız 16 devlet, ayrıca 17. Devletimiz Türkiye Cumhuriyetinde ilk 15 yılda Atatürk’ün ilke ve inkılaplarıyla yakalanan kalkınma, maalesef 1938’de Atatürk’ün vefatından sonra geçen 86 yılda yerini siyasi, ekonomik istikrarsızlıklara, darbelere, muhtıralara, koltuk kavgalarına, koltuğa bağlı dini-siyasi kutuplaşmalara, çatışmalara bırakmış ve kalkınma anlayışı o tarihte kalmış ve bugün ülkemizin getirilmiş olduğu yer bunun en açık örneği olduğu halde, tarihin tekerrür edeceği düşünülmemekte!!
Mehmet Âkif Ersoy; aynı zamanda bilimsel düşünce ve fikirleri ile günümüze ulaşmış ve bize çağı yakalamamız için yüzlerce dize, söz bırakmış.. Bunlardan; özellikle “Yarının ilmi nedir, halbuki? Gayet müthiş! MADDENİN KUDRET-İ ZERRİYESİ (=Nükleer enerji=atom enerjisi) uğraştığı iş, O yaman kudrete hakim olabilsem diyerek, Sarf edip durmadan bir çok kafa binlerce emek, Onu bir buldu mu, artık bu zemin: Başka zemin, Çünkü bir damla kömürden edecekler te’min, Öyle milyonla değil, na-mütenahi (sınırsız) kudret! İbret al kendi sözünden aman oğlum gayret” dizeleri ile o gün batının bilimde geldiği noktayı ve geleceği bugünkü gücünü görmüş ve Asım neslini, bizleri uyarmış, ama ne fayda!!.. Yine “Alınız ilmini garbın (BATI), alınız san’atını; Veriniz hem de mesainize son süratini. Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız; Çünkü MİLLİYETİ YOK SAN’ATIN İLMİN;” mısraları ile batıyı önemseyerek, ilim ve sanatta kayıtsız şartsız örnek alınması gerektiğini belirtiyor. Peki! Bugün gelinen noktada; batının bilim ve sanatıyla, bizim bilim ve sanatımız arasında ne derecede benzerlik ve yakınlık var(!).. Tabii ki; ne benzerlik, ne de yakınlık var! Tabii ki; Ne bilime ne ülkeye katma değer var!!
Veteriner hekim; müfettiş yardımcısı ve genel müdür muavini olarak 20 senelik meslek icraatında, prensiplerinden vazgeçmemiş ve haksızlığa karşı durmuştur, istifası da amirine yapılan haksızlık karşısında koymuş olduğu tavır ve geri dönmesi için çok fazla ısrarlara rağmen vazgeçmediği karardı.. Mesleki çalışmalarla ilgili olarak; hep fen ve bilimin yanında olan Akif, tam bir Pastör hayranı Fransa’da tahsil görenleri aşırı saygı gösteren, Hatta “Merhum İbrahim Bey” adlı şiiri böyle hayranlık ürünüdür.. Ayrıca hayvan sağlık zabıtası kanunun metninin hazırlanmasında, Pendik Bakteriyoloji Enstitüsünün kurulması girişimleri (genel müdürüne yapılan haksızlık karşısında istifa olayı gerekçesi) neticesinde istifası, buna rağmen bu enstitüyle ilgili Mısır günlerinde bile devamlı bilgi alması ve öğrenci tavsiyeleri gibi daha bir çok faaliyetleri ile mesleğimize katkıları yadsınamaz.. Yine mesleğimiz ile ilgili olarak; Meslektaşımız Mehmet Âkif Ersoy: Safahat’ın 6. Kitap Bölümü Asım’da Köse İmamla sohbetinde “… Keşke zihninde kalaymış, ne kadar lazımmış; Beni dinler misin evlat? Yine kabilse çalış; Çünkü bir tecrübe etsen senin aklın da yatar, Bize insan hekiminden daha lazım baytar…” satırlarında görüldüğü gibi veteriner hekimliğin insan hekimliğinden daha gerekli olduğunu ifade ederek övünmesi.. Pekii!! Bugün mesleğimiz adına gelinen noktada aynı övüncü, sağlayabiliyor muyuz? Söyleyebiliyor muyuz? Maalesef!! Bugün başta! HEKİMLİĞİMİZ tartışılıyor, gerisi hikaye!!.. Özellikle 1980 darbesi sonrası hem YÖK’le fakültelerde, hem de bakanlık teşkilatında yapılan yapısal değişikliklerle birlikte mesleki itibarsızlaştırılmamız her geçen yıl artarak hekimliğimizi arar hale geldik. Bugün ne bakanlıklarda ne YÖK’te, ne de hükümette hekim olarak esamemiz okunuyor!!. Evet; bazen yaptığımız gibi hekimliğimizi kişiler üzerinden değil, 6343 sayılı Kanunun bize tanıdığı HEKİMLİK kimliği üzerinden aramalıyız!!.. Kanuni haklarımızın uygulanmasını sağlamalıyız!!.. Bunun için yapmamız gereken eğitim-öğretimde ve kamu meslek yapılanmalarında daha çok hekim olma yolunda kalıcı güncellemeler yapmak, reformist adımlar atmak gerekir!!.. Bununla ilgili 2019’da yayımladığım 12 Maddelik MANİFESTO, mesleğimizde HEKİMLİĞE giden yolu göstereceğine inanıyorum!!.. Ülkemizde hekimliğimizin tartışıldığı bu ortamda; Mehmet Akif yaşamış olsaydı, yine Asımdaki Köse İmam sohbetinde; “Bize insan hekiminden daha lazım baytar!!” dizelerini yazar mıydı?! Sanmıyorum!! Çünkü bugün mesleğimiz, o günkü rekabet gücüne sahip değil!! Çünkü o gün hekimdik, bugün HEKİM MİYİZ??
Peki, değerli meslektaşımıza, hem de milli şairimize, bütün kazandırdıklarına karşı, ülke olarak, meslektaşları olarak ne yapıyoruz? Hak ettiği değeri, hak ettiği şekilde veriyor muyuz? Tartışılır!! Kamuoyunda 2019’a kadar doğum ve ölüm yıl dönümlerinde, dozu her yıl, farklı söylentilerle düşürülmeye çalışılan, cılız ses getirmeyen etkinliklerle, sadece anılmış olmak için yapılan törenler, 2019’dan sonra anma haftalarında da sürdürülmektedir.. Bu senede (2024) bugüne kadar etkin bir anma programına rastlamadım.. Oysa; 25 Eylül 2019’tarih 30899 sayılı Resmi Gazete ’de yayımlanan Yönetmeliğe göre (MADDE 4/3: Birçok bakanlık ve kamu kurumları temsilcileri olduğu halde TARIM-ORMAN BAKANLIĞI temsilcisinin olmadığı Merkez Yürütme Kurulu her yıl Ekim ayında toplanarak bu Yönetmeliğin 1 inci maddesinde belirtilen tema ve buna ilişkin faaliyetlerle ilgili programları belirler, karara bağlar ve bu faaliyetlerle ilgili olarak kamu kurum ve kuruluşlarına tavsiyede bulunur.); BUNA GÖRE Ekim ayında hazırlanmış bir program olması gerekiyor.. Rastlamamış olacağımı umuyorum.. Bakalım!! İlerleyen günler ve yıllarda nelere şahit olacağız.. İşte! üzerinden mesleki değer de kazanacağımız kişiye verdiğimiz değer.. Oysa etkinlikler gerçekten kitlelerde ses getiren ölçüde yapılsa; toplumda hem milli duygular, hem de mesleğimiz değer ve itibar kazanacaktır!.. Demek ki değer vereceklerimize hak ettiği değeri vermediğimiz için hem milli hem de mesleki değerlerimizi arar olmuşuz!!
Selam, sevgi ve saygılarımla..
Zafer KARAER