MÜJGAN (40) SON BÖLÜM

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (40) SON BÖLÜM
Haberin Tarihi: 21.12.2017 10:04:00 - Okunma Sayısı:3273 defa okundu.

MÜJGAN (40)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

(40)

                İçindeki müzik durduğunda bir bankın önündeydi, uçsuz bucaksız mavi deniz gözlerinin önünde seriliydi.

                Kalbi kırıktı. Yere düşüp parçalanmış kristal bir sürahi gibi. Kırık sivri uçlar batmaktaydı, takıldıkları yerleri kanatmaktaydı.

                Ateşli ama yorgun ruhu artık her şeyden vazgeçmiş gibiydi…

                Banka oturdu, başını arkaya dayadı, gözlerini kapadı.

                Su şırak şırak çarpıyordu kıyıya.

                Yine her zamanki gibi zor zamanında suyun başında olduğunun farkına vardı.

                “Hiç birini söyleyemedim yine söylemek istediklerimin, her zamanki gibi… Nasıl olur, nasıl olabilir?”

                Sanki içinden canı boşalıyordu, şimdiye kadar ona hayat veren şey onu terk etmişti.

                Geride kalan boşluk acı, buruk, sirke gibi keskin, yakıcı yıkıcıydı.

                Şemsettin’in acısını da duyuyordu yüreğinde, sevememezliğin, bağlanamamazlığın ve vefasızlığın. Her rüzgara kapılan, savrulup yanamayan, kül olamayan.

                Ne kadar zamandır bankta oturduğunun farkında değildi. Yine suyun sesiyle kendine geldi.

                Su konuştu ona yine:

                “Ne oldu? Yola çıkmadan önce her şeyle karşılaşmaya hazır olman icap ettiğini söylemiştim, unuttun mu? Görüyorsun, sen onu istediğin gibi gördün, görmek istedin. Güllüşah da, sen de sevginizle onu olmadığını, olmaya zorladınız. O da sadece sevilmeyi bildiği, sevilmeyi istediği, sevmeyi öğrenme fırsatı bırakılmadığı için sizin istediğiniz gibi olmaya çalıştı. Bir müddet muvaffak da oldu. Sen de böylece beraberliğin mutluluğunu tanıdın.

                Şimdi artık onu olduğu gibi gördün. Şaşma ve kabullen. Bu dünyada herkes kendi yolunu kat etmekle kendi yükünü hafifletir.

                Başkalarının yolu başkalarınındır. Onların yolunu onlar için, onlar adına sen yürüyemezsin.

                Onlar da kendi yüklerini bu yolda kendileri yürüyerek hafifletebilirler, kendileri için.

                Bırak onu kendi yolunda, kendi yüküyle ve yalnız başına;

                sevmeyi öğreninceye kadar. Daha çok uzun yolu var, belki…

                Sen yolunda, o yolunda. Anladın mı?”

                Müjgan dinledi, derindeki kulağıyla.

                “Yol” dedi, “benim de yolum buraya kadarmış.”

                Oturup bir müddet daha dinledi suyun söylediklerini, tekrar tekrar düşündü.

                Uyudu, uyandı, uzun müddet kaldı bankta.

                Simitçi çocuğun sesiyle uyandı.

                “Simit ister misin abla?”

                Yola çıktığından beri bir şey yemediğini hatırladı. Açtı.

                Bir simit aldı simitçi çocuktan. Tomar paradan bir tane çekip verdi. Simitçi çocuk alışverişten  çok memnun koşarak uzaklaştı.

                Simitten küçük bir parça kopardı, yavaş yavaş yedi. Tekrar denize, ta uzaklarda gökle birleştiği noktaya baktı.

                “Yolcu yolunda gerek; nasıl yapacağımı bilmiyorum ama en iyisi geldiğim yoldan geri yürümek. Yol bitince yine düşünürüm.”

                Ayağa kalktı.

                Bavulu elinde yine yollardaydı.

                Yürüdü yavaş yavaş, yolu içine sindirircesine.

                Çok hafiflemiş hissetti kendini; daha doğrusu ağır bir yükten kurtulmuş gibiydi, mutluydu, sebebini bilmeden.

                Yine boşluğun derinliklerindeydi.

                Bir şeyleri yitirmişti.

                Yavaş yavaş hatırladı, yitirdiğini.

                Şemsettin’sizliği biliyordu, alışkındı onsuzluğa ama, sevmeden yaşamayı tatmamıştı daha, nasıl yaşanacağını da bilmiyordu onsuz…

                Ne yapacaktı şimdi?

                Hoşuna gitmedi bi boşluk.

                “Allah’ım, beni onsuz, sevgisiz bırakma.”

                Zor anlar yaşıyordu Müjgan.

                Yürümeye devam etti, uzun uzun, yana tutuşa, denizden gelen rüzgarlarla savrula savrula. Bal rengi saçları bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi çoktan, her teli taraftaydı.

                Eşarbı rüzgardan takılı kalmıştı bir yerlerde.

                Zevkli bir uysallıkla geleceğe boyun eğmiş yürüdü gitti kendini çekene doğru.

                Yine bir bank gördü. Yine deniz kenarında idi.

                Oturdu.

                Yorgundu, iyice yorgundu.

                Birden derinlerinde bir yerlerden bir sesler duydu Müjgan.

                Tak… Tak… Tak…

                Gök göz göz olur, bulutlar patlar, yıldızlar ateş olur Müjgan’ın acısından aldıkları kıvılcımlarla, deniz kabarır, yeşil dalgalar ayaklarına vurur, yavaş yavaş yeşil yeşil, sonra pembe pembe ışık ışık.

                Güneş Müjgan’ın acısından kaçıyordu karşı kıyıların ardına, batıyordu kızıl kızıl.

                Şimşekler çaktı içinde, dışında.

                Müjgan ışıklara gömüldü.

                Yine aynı ses duyurdu kendini…

                Kapı çalınır gibi.

                Tak… Tak… Tak…

                Tanıdığı bildiği bir sesti bu sanki,

                Bekledi Müjgan bir müddet, dinledi, sonra:

                “Kim o?” dedi, duyulur duyulmaz

                Ses cevap verdi;

                “Benim, Sen…”

 BİTTİ

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap