MÜJGAN (39)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (39)
Haberin Tarihi: 20.12.2017 10:26:00 - Okunma Sayısı:2985 defa okundu.

MÜJGAN (39)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

(39)

                Bir müddet sonra kapı açıldı. Karşısındaydı Şemsettin.

                Yataktan yeni kalktığı belliydi, pijaması buruş buruş, saçları darmadağındı.

                Müjgan gülümseyerek ona baktı. İçinden koşup boynuna atılmak, “Bak, işte ben geldim, buradayım” demek geldi. Fakat bu Şemsettin tanıdığı Şemsettin’den farklı gibiydi. Yine de:

                “Günaydın, ben geldim” dedi.

                Şemsettin, kapı aralığında bağrı açık, yüzü buruş buruş manasız manasız bakan bir çift göz, şaşkın sordu:

                “Sen misin hakikaten Müjgan, yoksa rüya mı görüyorum?

                Senin işin ne burada?”

                “Evet benim ama, sana ne oldu böyle, hasta filan mısın?”

                “Hayır, hasta değilim, bilakis. Önce söyle bakalım buraya nasıl geldiğini, niçin geldiğini?”

                İçerlerden sesler duyuldu. Holde bir kadın belirdi. Bu kadın tanıdığı, evde bulmayı beklediği Gülseren değildi.

                Müjgan hala kapı eşiğinde ayakta, sordu:

                “Gülseren nerede?”

                Bu çok kesin sorulmuş bir soruydu. Şemsettin önce şaşırdı, ellerini saçlarına götürüp çeki düzen verirken bıkkın bir sesle:

                “Gülseren yok. Bu Gülay” dedi.

                Müjgan şaşkın, ne deyip ne edeceğini bilemedi. İçerden çıkan kadın gelip Şemsettin’in yanında durdu.

                Şemsettin: “İşte, geldin gördün, nihayet kim olduğumu. Ama gir içeri de daha iyisini gör. Sabahın serinliğinde dışarıda durma, beni de üşütme.”

                Bir adım geri çekildi.

                Müjgan, rüyada gibiydi gördüklerine, duyduklarına inanmak istemedi.

                Şemsettin devam etti:

                “Bak Müjgan, gördüğün gibi, ben buyum. Siz beni; Güllüşah ve sen, olmadığım bir şekilde görmek istediniz, beni de zorladınız beklentilerinizle, olmadığımı oynamaya. Ben de olmayanı gördünüz, olmayanı istediniz. Hele sen Müjgan, benim hep en güzeli, en doğruyu yaptığımı zannettin. İkiniz de benden hep veremeyeceğimi vermemi beklediniz. Ben de elimden geldiğince benden beklediğiniz bu rolü oynamaya çalıştım.”

                Derin bir nefes aldı. Daha sekin bir sesle:

“Benim veremeyeceğimi, olamayacağımı benden istemek, benden beklemek, beni zorlamak değil mi?

                Sustu. Derinlerden çıkmaya çalışan bir şeyleri bastırmaya çalışıyor gibiydi. Sonra beklenilmeyecek kadar sakin ama bir o kadar da bezgin bir sesle:

                “Aradığını bulursam sana, getiririm, söz veriyorum… Bunu ben senden çok istiyorum… İnan.”

                Son sözleri fısıltı gibi çıkmıştı ağzından… Geri çekilip içeri girerken:

                “Kusura kalma iyi kadın, beni sana veremediğim için. Ben beni arıyorum, sen beni arıyorsun… Kader denir buna, kader.”

                Tekrar gözleri karşılaştı Müjgan’la. Bu bomboş gözlerde derin ıstıraplar, yalnızlıklar gördü Müjgan’ın gördükleri yüreğini delip geçti.

                Başını kaldırıp şefkatle baktı, bu çok sevdiği güzel yüze.

                Şemsettin konuşmaya devam etti:

                “Bak sevgili Müjgan, benim vefakar cefakar karım. Ben daha iyisini yapamıyorum… Affet beni…”

                “Sen sarhoşsun  galiba, sabahın bu saatinde? Neler oldu sana?”

                Bu sefer fısıldar gibi konuşan Müjgan’dı.

                “Ben hep böyleydim Müjgan; sen başka Şemsettin’i görmek istedin, Güllüşah da… Ben de istediğiniz gibi olmaya dayanabildiğim kadar dayandım.”

                Uzun bir sessizlik oldu.

                “Allah bile kurtarmak istemedi beni bu hayattan, hatırlarsan.”

                Müjgan daha fazlasını duymak istemedi. Yerden bavulunu eline aldı. Tekrar belki, deyip, bir ümitle Şemsettin’in gözlerine baktı, gözlerinin en derinliğine. Bu gözlerde görmek istediği, tanıdığı Şemsettin’i bulamadı; şimdikini de daha fazla görmek istemedi.

                Yürüdü. Birden sanki bir şeyler unutmuş gibi geri döndü. Şemsettin hala kapının arkasında ona bakmaktaydı.

                “Şemsettin” dedi.

                Şemsettin cevap verdi

                “Efendim Müjgan.”

                “Sana teşekkür ederim, seni sevmeme müsaade ettiğin için.”

                Oradan uzaklaştı.

                Nereye gittiğini bilmeden uzun uzun yürüdü. Derin üzüntüler içindeydi.

                Beyninde bir orkestra, hiç tanımadığı, daha önce hiç dinlemediği bir müziği çalıyordu.

                Ve de bu tanımadığı orkestranın bütün enstrümanlarını tek tek duyabiliyordu  Müjgan.

                Bu tanımadığı müzik çok hoşuna gitti. Müjgan’ın: bazen ağır, bazen gümbür gümbür; bazen sakin, gizemli hüzünlü. Müzik bütün beynini kaplamıştı. Bu müzik ona hem yabancı, hem çok tanıdık geldi. Bütün vücudu biliyordu, tanıyordur bu müziği.

                “Ne tuhaf” dedi.

                Sonra müzik beyninden yüreğine indi, daha doğrusu bütün benliğini kapladı, kendi müzik oldu.

                Bu müzik yürüttü onu, yürü dercesine, hedefe doğru, bilmediği…

                Yürüdü, yürüdü…

 devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap