MÜJGAN (34)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (34)
Haberin Tarihi: 14.12.2017 09:49:00 - Okunma Sayısı:2681 defa okundu.

MÜJGAN

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

(34)

                Bağlardan kasabaya inme zamanı ekim ortalarında gelir.

                Kış için hazırlananlar yerlerini bulur.

                Kış gelir çatar ve her zamanki gibi gelir geçer güzellikleriyle, zorluklarıyla.

                Baharla birlikte de düğünler olur. Geçen bahar sözlenip nişanlanan genç kızlar evleneceklerdir bu bahar.

                Bunlar arasında yakın akraba kızlarından Zeliha vardı ve tabi ki Müjgan baş davetlilerdendi.

                Kına gecesi gelip çattı.

                Müjgan kışın kasvetini atmak istercesine bu akşama çok severek ve sevinerek hazırlandı.

                Nişanında giydiği limon küfü yeşili elbisesini çıkardı, çeki düzen verip ütüledi.

                Akşam üstü giyindi, kuşandı, saçlarını tarayıp salıverdi dalga dalga.

                Yılların, acıların, hasretlerin yıpratamadığı güzelliğiyle bir başkaydı Müjgan bu gece. Olgun, içten, dipten, derinden güzel. Yeşil elbisesi gizli tutmak istediği vücudunun bütün yuvarlaklıklarını ortaya koymuştu. Ayakkabılarını da giyip aynanın önüne geçti. Memnundu gördüğünden.

                O düğün evine geldiğinde, yeni gelinler ve gelinlik kızlar güzel giysileri içinde Dudu’yla, Nazife’nin etrafında yarım ay olmuş, ellerinde mumlar, sırası gelen dansa kalkmaktaydı,

                O girince bütün yüzler ona çevrildi.

                Müjgan yavaş yavaş fark edilen güzelliklerden değildi. Karda kışda veya yağmurdan sonra ansızın doğuveren güneş gibi gözleri kamaştırırdı hemen. Saçları güneşi emmiş ve sonra güneşte erimiş tel tel akan şeffaf baldır sanki, omuzlarından dalga dalga dökülür beline kadar.

                Ona bakıldığının farkında değilmiş gibi yürüdü geldi, kendisine gösterilen sandalyeye oturdu.

                Salon daha bir aydınlandı cıvıl cıvıl sıçrayan ışıklarla doldu.

                Bu ışığın merkezi Müjgandı.

                Sırası gelen dansını yapıp yerine otururdu.

                Sıra Müjgan’daydı. Dudu’yla göz göze geldi. Dudu Müjgan’ı çok sever, çilesini de iyi bilirdi. Önce Müjgan’a kızken çok güzel oynadığı çiftetelliyi vurdu. Hala güzel oynamaktaydı çiftetelliyi Müjgan.

                Herkes yine Müjgan’ın güzelliğinde birleşti. Onun çok özel bir insan olduğunu herkes bir kere daha onayladı içten içten.

                Sonra nedense, bu sefer Nazife müziği birden bire değiştiriverdi, Vurdu birden “Yarim İstanbul’a gittin beni unuttun…”

                Müjgan önce durakladı, şaşırdı. Düğün halkı dikkat kesildi, onun ne yapacağını bekledi, bu şarkıyla dans edecek midir yoksa dönüp yerine mi oturacaktır?

                Müjgan kendi etrafında dönmeye başladı. Dudu’yla karşılaştı gözleri, o da başıyla tasdik etti. Bu gözler ona:

                “Oyna, dans et, göster herkese neyi yaşıyorsan, dansla dile getir.”

                O da vurdu dümbeleğine:

                “Yarim İstanbul’a Gittin…”

                Müjgan dönmeye devam etti. Önce yavaş yavaş, aşkı dansıyla bir nakış gibi işlercesine; vücuduna içten kıvrılışlar ahenkler vererek, hasreti, sevgiyi dansa dönüştürdü.

                Sonra dansı alışılmamış bir şekil aldı. Müjgan yükseldi, diz vurdu, döndü kendi etrafında, görülmemiş bir ahenkle. Döndükçe yükseldi, aşkı dansıyla şekillendirip bir ışık sütunu gibi. Müzik, dans ve düğün halkı bir bütün oldular Müjgan’la birlikte.

                Aşkın itirafının şahidi oldular.

                Müjgan bir ışıktı. Dans ondan çıkan ışık dalgalarıydı sanki. Işık mumlardan mı çıkıyordu yoksa mumlar ışığını Müjgan’dan mı alıyordu belli değildi.

                Müjgan’ın aşkı, hasreti, şimdiye kadar bilinmeyen derinliklerde akan acıların ırmakları, birdenbire yüzeye fışkırmış, dans olmuştu Müjgan’da. Müjgan döndü, uzandı, sallandı. Düğün halkı her şeyi unutmuş, Müjgan’ı yaşadı, gözlerden akan yaşların farkına varmadılar, herkes dansla sergilenen aşk karşısında huşu içindeydi.

                Dudu ağladı, düğün ağladı.

                O, hala sevmenin yüceliğine ermiş, onun ilahi gücüne inanmış, bir tanrıça gibi mutlu dansına devam etti.

                Birbiri ardında sönen mumların ortasında dolunay gibi ışık saçtı.

                Tek tük sönmemiş mumlardan birinin sahibi İzmir’li doktor hanım derin bir soluk aldı gözyaşlarını silerken.

                Kendi kendine mırıldandı.

                “Allah’ım, bildiklerimin, öğrendiklerimin tümünü al, karşılığında kalbimi böyle bir aşkla doldur.”

                Sevmenin okulu yoktu.

                Son sönen mumlarla düğün halkı ayaklandı, sessizce evlerine yollandılar, gözlerini silerek.

                Gözleri kuru olan sadece Müjgan’dı.

                Dudu da dümbeleğini yere bıraktı. Müjgan’ın koluna girdi. Müjgan’ın kapısına kadar birlikte yürüdüler ve hiç konuşmadan ayrıldılar.

                Yalnızdı bu gece Müjgan yatağında, Şemsettin’le…

devam edecek

 

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap