MÜJGAN (28)
Eğirdirde Bir Aşk Hikayesi
(28)
Günler haftaları, haftalar ayları, aylar yılları getirdi götürdü
Yine ayvaların çiçek açtığı mevsim geldi.
Ayva çiçekleri sadece yazın gelişini haber vermez Müjgana, ona ümit de getirirlerdi her açışlarıyla.
Bu sene Güllüşah bağlara göç etmek istemedi, sıhhati pek iyi değildi. Kışlık hazırlıkları Müjgan ve Ümmü kalfa yapacaklardı.
Müjgan sabah gitti, akşam geri döndü kaynanalarına.
O gün yalnızdı Müjgan bağda, kelifte. Ufak tefek işleri görmekte, tarhananın kuruyup kurumadığını kontrol etmekte, elma ve armutların ermişlerini toplayıp ayırmakla meşguldü. Koca giriş kapısının paldır küldür açıldığını duydu. Kimseyi beklememekteydi. Biraz şaşkın ana kapıya yürüdü. Süleymanla karşılaştı. Süleyman yakın akrabalarından Kartalın torunuydu. Soluk soluğaydı Süleyman:
Müjgan yenge, Müjgan yenge, Şemsettin ağabey kasabaya geldi.
Müjganın kalbi durur gibi oldu duyduğundan. Belli etmemeye çalıştı.
İyi, hoş gelmiş, sefa gelmiş
Yanında bir kadın var, genç.
İyi ya misafirimiz var demektir. O da hoş gelmiş.
Ama Müjgan yenge
Sözünü kesti Müjgan.
Ne demek ama. Aması maması yok. Misafir getirmiş, misafirin de başımızın üstünde yeri var.
Süleyman beklediğini bulamamış, bulamadığına biraz da şaşkın çıktı gitti geldiği kapıdan.
Güle güle Süleyman, selam söyle annene, ablana.
Müjgan yalnız kalınca yavaş yavaş çardağın altındaki sedire yürüdü. Bağdaş kurup oturdu üstüne. Dirseklerini dizlerine koyup başını elleri arasına alıp, düşünmeye başladı duyduklarını.
Bir müddet sonra hiçbir yemek hazırlığının olmadığını hatırladı.. Gelirlerse karınları aç olur her halde, yemek yapmalıyım dedi.
Mutfağa koştu.
Bu mevsimde en çok neyi severdi Şemsettin?
Patlıcan, patlıcan yatırtması yapayım taze patlıcanlardan dedi.
Küçük kelifin bahçesine koştu. Patlıcanların ince ve körpelerini seçti, sonra biberlerle domateslere eğildi, onlardan da bolca topladı, getirdiği sepete doldurdu.
Biraz maydanoz, nane, taze soğan.
Koşar adımlarla mutfağa vardı. Kıyma dedi. Kıyma tekerlerinin başında durdu.
İyi ki götürmemişim bunları eve, ne yapardım şimdi kıymasız?
Bakır tencerelere doldurulmuş kıyma tekerlerinden büyük bir parça kesti aldı kalın bıçakla. Sonra ocağa koştu. Tava, yağ.. Patlıcanlar yıkanıp kurulandı, kızarmaya bırakıldı. Kıyma tavaya, soğan, biber, domates, sarımsak, maydanoz. Hepsini karıştırdı. Çabucak doldurdu karışımı kızarmış patlıcanların göbeklerine. Yayvanca bir tencereye aldı göbeği şişkin patlıcanları, tuz, biber, su ilave edip pişmeye bıraktı.
Yanına ne yapmalı?
Bulgur pilavı. Onu da çok sever Şemsettin. Ama daha erkendi bulgur pilavı için.
Isıtılmış bulgur pilavını kendi de sevmez, kendi sevmediğini de kimseye ikram etmezdi.
En iyisi önce salatayı hazırlamak. Yağını, tuzunu onlar gelince koyarım.
Salatayı hazırladı, pilavın da bütün malzemelerini ocak başına yerleştirdi.
Onlar gelinceye kadar bir bardak çay içeyim. Her sene bağlar dönüşüne kadar belki gelir ümidiyle Şemsettine sakladığı üzümlerin en güzelini kontrol etmek için üzüm bağına girdi çay demlenirken.
Şemsettin en çok Burdur dimnitlerini severdi. Onların yerlerini buldu. Şöyle arkadan önden baktı. Ballı ballı yatmaktaydılar, kömür gibi, asma yapraklarına yaslanmış yenilmeyi beklemekteydiler. Sonra pembe Rezakileri aradı buldu. Bu üzümler hem kütür kütürdürler hem de yenildiğinde ağza çok hoş gelen kokulu lezzetleri vardır. Herkesin bağında olmazdı bunlardan. Koparmadı üzümlerden.
Kendi eliyle koparsın, böylesini sever. Beklemiş üzüm yemezdi o bağlarda. Bir hafta daha geç gelseydi onları Eğirdire götürmüş, tavanlara asmış olurdum, kışın yenilsinler diye. geçirdi içinden
Kendisine kopardı küçük bir cingilbeyaz üzümlerden, yiye yiye kelife döndü.
Oturma odasındaki saate baktı. Dört buçuktu. Huzursuz sedire oturdu. Geleceklerini biliyordu, hiç şüphesi yoktu.
Çay koydu kendisine. İkinci çayı koymak için mutfağa girdiğinde pilav suyunun altını yaktı.
Çayını daha bitirmeden otomobilin kapının önünde durduğunu duydu. Çok geçmeden koca kapı gıcırdadı, homurdanır gibi. Kendisi de ayağa kalkıp gelenleri karşılamak için yürüdü.
Yolun kelife döndüğü köşede karşılaştı onlarla.
Şemsettin, özlediği, beklediği sevdiği kocası karşısındaydı.
Yanında da beyaz üstüne kırmızı puanlı, kloş etekli kolsuz elbisesiyle genç güzel ve modern bir bayan.
İçi burkuldu Müjganın, başı döner gibi oldu, sevinci kursağında kaldı. Yutkundu hissettiklerini.
Kollarını iki yana açarak onlara doğru yürüdü.
Müjgan, merhaba, bak misafir getirdim, bu Gülseren.
Elini uzattı ona:
Hoş geldiniz Gülseren hanım, nasılsınız?
Müjgan kucakladı genç kızı, öpüştüler iki eski dost gibi.
Hoş bulduk, iyiyim, toz ve toprak içinde olmanın dışında. Ne güzel yerler böyle buralar. Kendinizi şanslı saymalısınız, böyle yerlerde yaşadığınız için.
Haklısınız, öyleyim.
Şemsettin yaklaştı, kucakladı onu, yanaklarından öptü.
Yine her zamanki gibi çok çalışıyorsun anlaşılan. Bağlarda olabileceğinizi tahmin etmiştim. O yüzden de eve uğramadan buraya geldim. Ama galiba yalnızsın. Anneler nerede?
Onlar artık yaşlandılar. Güllüşah bu yaz bağlara göçmek istemedi. Ben Ümmü halayıkla gelip gidip işleri yoluna koyuyorum. Gelin çardağın altına gidelim. Birer bardak çay alır mıydınız?
Önce bağa girmek isterim.
Gülserene döndü:
Ama istersen sen çayını iç, ben de sana bağlardan üzüm getireyim, böylesini kolay kolay bulamazsın.
Olur, zaten biraz dinlenmeye ihtiyacım var. Üzümü de çok severim ama önce bir çay alabilirim.
devam edecek...