MÜJGAN (24)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (24)
Haberin Tarihi: 2.12.2017 09:31:00 - Okunma Sayısı:1539 defa okundu.

MÜJGAN (24)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

(24)

                Bir başkaydı bu sefer Şemsettin; her zamanki gibi zarif, kibar ama Müjgan’a sanki daha bir güzel, daha bir sıcak bakıyormuş gibi geldi, daha sevgili daha şefkatli.

                Keşke hiç bitmese bu günler. Hiç bitmese dedi içinden…                        

                Haftalar geçti. Gecelerde mutlu geçmeye başladı Şemsettin’le. Artık yanında aynı yatakta yatmaktaydı, sabahları da beraber uyanmaktaydılar.

                Şemsettin sütlü kadın kokusundan sarhoş, Müjgan’ın koynunda açtı gözlerini, bebek uyanınca da yerini ona bıraktı.

                İkisini seyretmeye doyamazdı. Bebeğin karnı doyunca onu kucağına alır, uzun uzun bakar; kendine, Güllüşah’a Müjgan’a benzetirdi.

                Güllüşah böyle zamanlarda:

                “Kendini inandırmış, benim oğlum olduğuna” diye düşünürdü kendi kendine. Sevinirdi.

                Bazen banyosunu bile yaptırdığı olurdu bebeğin. Rıza’nın sebebine Şemsettin’in gitmeyeceğini bile düşündü. Sanki o hiç gitmeyi düşünmüyormuş gibi geldi Müjgan’a da…

                O akşam Müjgan her zamanki gibi bebeğini  emzirdi, altını değiştirdi, beşiğine yatırdı. Bebek usluydu her zamanki gibi, hiç zorluk çıkarmazdı…

                Zaten ya emiyor ya uyuyordu.

                Neredeyse üç aylık olmuştu Rıza bebek.

                Müjgan soyunup yatakta kendini bekleyen Şemsettin’e sokuldu. “Hiç gitme benden” dedi.

                Önce cevap gelmedi Şemsettin’den. Sonra: “Olabilir Müjgan, belki” dedi.

                Müjgan’a yetti bu. Ona sarılıp, rüyalarında da onunla uykunun derinliklerine daldı.

                Sabah ezanıyla uyandığında bebeğin hala uyumasına şaştı.

                Birden içinde bir bunaltı, bir sıkıntı hissetti.

                “Allah Allah, sebepsiz; Şemsettin yanımda, yavrum yanımda, saçmalıyorum.” diye düşündü.

                Yine de huzursuzdu

                Yavaşça yataktan inip yalın ayak, sabahlıksız beşiğe gitti.

                Hiç ses yok.

                “Ne güzel uyuyor ama, emme vakti de bir hayli geçti.”

                Yüzünü görmek istedi. Örtüsünü yavaşça kaldırdı. Sanki bebek derin bir uykudaymış gibi geldi ona ama derinden gelen acayip bir korkuyla irkildi. Bu yüz ona her zamankinden değişik göründü. Hiçbir kıpırtı yoktu yüzde. Biraz daha eğilip yüzüne dokundu. Buz gibiydi. Kendi korkusundan kendi korktu, aklına geleni atmaya çalıştı başından. “Hayır” dedi, “Mümkün olamaz.”

                Fakat elinin dokunduğu yüz hala buz gibiydi.

                “Üşümüş galiba, değil mi, üşüdün bebeğim, değil mi? Gel bana ısıtırım seni hemen.” Rıza kucağında, haykırır gibi bağırdı.

                “Üşümüş, Şemsettin uyan, üşümüş Rıza.”

                Şemsettin çoktan uyanmış, gözleri faltaşı gibi, kolundan tuttuğu bebeğini bir o yana bir bu yana savuran Müjgan’a baktı şaşkınlık içinde.

                Kafası sallanmaktaydı bebeğin Müjgan’ın kolları arasında, cansız, bir et parçası gibi.

                Bir heykel oldu Şemsettin, kıpırdayamadı; bir bebeğe baktı, bir çılgın gibi bebeği savurup koşan, uyandırmaya çalışan, uyanmadığı için de çılgına dönen Müjgan’a.

                Anladı durumu. Yüreğine hançerler saplandı; kanadığını hissetti derinlerde bir yerlerin.

                Bir şeyler kopup, yok olmaktaydı.

                Müjgan’sa çıldırmak üzereydi.

                “Uyandır onu Şemsettin, çabuk ol, uyandır onu.”

                Müjgan bağırıyordu.

                Bitkin, yorgun kalktı yataktan Şemsettin, Müjgan’a doğru yürüdü, ona dokunmaya çalıştı.

                “Uyanmaz artık o, bırak onu...”

                Müjgan’ı bu kesin cevap o kadar ürküttü ki, çığrındı.

                “Hayıııır.”

                Eğirdir cevap verdi sesine.

                “Hayııııır.”

                Müjgan hala bağırmaktaydı.

                Ev halkı da oradaydı. Herkes şaşkındı.

                Müjgan hala çocuğu savurarak koşmakta, insanların gözleri faltaşı gibi açık, çaresizdi.

                Şemsettin, hayalet gibi, pijamalarını çıkarıp, elbiselerini giydi, kapıya yöneldi.

                Arkasından koşan Güllüşah’a sadece:

                “Gidiyorum” dedi, duyulur duyulmaz.

                Güllüşah durduramadı onu, bilirdi durduramayacağını; güle güle de demedi, dese de zaten duymazdı Şemsettin.

                Kimse bir şey duymazdı bu acının keşmekeşliğinde.

                Güllüşah oturdu köşeye. Yorgun bitkin hissetti kendini.

                Hangisine yanıp üzüldüğünün farkında değildi.

                Ölen bebeğe mi yoksa kendi koca bebeğinin kaçıp gitmesine mi?

                Oğlunun gitmesine sebep oldu diye ölü bebeğe kızdığını hissetti. Ayıpladı kendini. Allah’tan af dilercesine daha bir sarıldı tesbihine; hızlı hızlı çekmeye başladı.

                Olan olmuştu kendi hesabına, tevekkülden başka çare yoktu.

                Öte yandan Müjgan bebeği hala kucağında, geceliğinin içinde, kendinden geçmiş, ne dediği belirsiz sesler çıkarmakta, hala uyuduğunu zannettiğini bebeğine sıkı sıkı sarılmış sallmaktaydı.

                Bir müddet sonra farkına vardı olanların. Durmadan hıçkırıyordu.

devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap