MÜJGAN (21)
Eğirdirde Bir Aşk Hikayesi
(21)
İnsanlara olan sevgisinden mi yoksa tek çocuk oluşundan mı, kalabalıkla hep beraber iş yapmak, ortaklaşa bir şeyler üretmek eğiliminden mi neden, severdi bu güzel uğraşıyı,
Bağ bozumu:
Herkesin bağını herkes bozar, yani hep beraber üzümler toplanır, pekmez kaynatılır, beraber yenilir içilir eğlenilir.
Hep beraber, herkesin bağında, teker teker üzümler incelenir, hangi bağın üzümleri tavındaysa önce o bağ bozulur, üzümler suluklara atılır, ayağını yıkayan çoluk çocuk, genç yaşlı, isteyen girer suluğa üzüm çiğnemeye.
Üzümlerden alınan şıralar pekmez kazanlarına doldurulur, kazanların altına kuvvetli bir ateş yakılır, üzüm suyu kaynayıp pekmez haline gelinceye kadar kaynatılır.
Kaynayan pekmezden çıkan köpükler tabaklara alınır, ayva yapraklarıyla yenir.
Kaç kişinin midesi, bağırsakları bozulmuştur, bu çok sevilen pekmez köpüğünü oburca yemekten.
Akşama doğru pekmez kıvamını bulur, dinlenmeye bırakılır. Hep beraber akşam yemeği yenilir içilir. Yemekten sonra, ay ışığı varsa ay ışığında, yoksa lüks ışığında oyunlar, saklambaçlar oynanır, gıncırdaklara binilir, ulu ceviz ağıcına kurulan salıncakta sallanılır.
Bütün bu eğlenceler içinde en çok sevdiği bu gıncırdağa binmektir Müjganın. Daha doğrusu binen çiftleri seyretmektir. Bu bağın gıncırdağına başka hiçbir gıncırdak benzemez. Yere çakılmış çok kalın ve sağlam bir kütüğün ucu huni gibi sivriltilmiştir. Üstüne, yere paralel, üç dört metre kadar uzunlukta tek parça kalın ve yuvarlak, iyi kaygan olmayan bir direk oturtulmuştur. Bu direğin tam ortasında toprağa dikili sağlam bir kalın kazığın sonunun girebileceği kadar yumruk derinliğinde bir oyuk vardır. Birbiri üzerine oturtulurken aralarına kömür konur. İşte biri bir uçta diğeri öbür uçta gençler havlarda savrulurken, bu oyuktan değişik bir müzik çıkar bu kömürler sayesinde. Bir kız havada bir erkek, inerler çıkarlar aşağı yukarı bu müzikle, ilk beraber uçuşlarının zevkine varırlar. Hele o ulu ceviz ağacına kurulan salıncak
Ne sevdalara, ne mutluluklara, ne ayrılıklara şahit olmuştur, dili olsa da söylese.
Güzel şeylerin temeli atılır, komşuluklar derinleştirilir, insanlar bir bütün olmanın zevkini tadarlar.
Bağlarda öyle sonraları da çok zevklidir. Öğleye kadar işini gücünü bitiren genç kızlar, gelinler öğleden sonraları birbirlerini ziyaret ederler. Çeyizleri için ördükleri el işlerini de alırlar beraberlerinde.
Dantellerini yaparken hayallerinden, arzularından bahsederler, sırlarını paylaşıp hafiflerler biraz, bu huzur dolu öğle sonlarında.
Bazen kahve fallarına bakılır, istikballe ilgili ahkamlar kesilir.
Bağ zamanının sonlarına doğru sıra kıymalara, kavurmalara gelir.
Son bir kere daha türkü olur çıkar bağ yerleri.
Pınar pazarında kesilen kuzulardan getirme etler, karaağaç kütükleri üzerinde satırlarla kıyılır, kıyma olurlar. Bir kelif başlar satırı vurmaya:
Tak;
Diğerleri, tak tak
Öbürü; takidi tak
Bir diğeri; tak tak tak, takidi tak. Devam eder gider tak tak
En önce bitiren haber verir:
Tak. Tak.
Topak yapar kıymayı.
Tak
Tak
Bir kere daha.
Onu diğerleri takip eder.
Tak...Tak...
Bir diğeri takip eder tak
tak
Yavaş yavaş satırların nefesi kesilir.
Tak. Ta..
Kıymalar kıyılıp bitene kadar sürer bu cümbüş.
Onu da mis gibi kıyma kavurma kokuları takip eder. Kavrulan kıyma kavurmalar da kalaylı bakır kaplara doldurulup serin yerlerde saklanmak üzere kasabaya götürülür.
Farkına varmadan bağbozumu gelir geçer. Artık, Ekimin on beşi gelmiştir. Yavaş yavaş kasabaya dönüş başlar.
Bağ zamanı ve koca kış gelir geçer.
Bu zaman zarfında Şemsettin iki mektup yazmış, her mektupta da Müjgana da selamlar yollamıştır.
Bir kere de iki günlüğüne yaz yağmuru gibi gelip gitmiştir, ayvaların çiçek açtığı mevsimde.
Güllüşahdan bu sefer de birkaç altın almış, onları İstanbuldaki işleri için ihtiyacı olduğuna inandırmıştır onu.
Müjgana her zamanki gibi kibar ve sevecen davranmış, gecelerin de hakkını vermiştir.
Rıza Efendi altınlarının Vesileden kalma mücevherlerin İstanbula taşınmasının bir başlangıcıdır bu.
Hiç öğrenemeyecektir Güllüşah, bu altınların, mücevnerlerin nereye gittiğini; bu kendisinin şımarttığı çocuğun bunlarla neler yaptığını.
Zaten Güllüşah ona hiç hayır diyemez, kocasına benzeyen bu uzun boylu, yandan ayırıp hafifçe arkaya taranmış açık kumral saçların çerçevelediği güzel yüzlü, doğurmadığı oğluna.
Onun duruşuyla, yürüyüşüyle, ben sizlerden değilim gibi dudağının ucunda hiç eksilmeyen anlamlı tebessümüyle, hal ve tavırlarının inceliğiyle iftihar eder hep Güllüşah onun için her şeyi yapmaya hazırdır da.
Bir gün ona:
Sen ağa oğlundan çok, tam bir İstanbul efendisisin demiştir.
Şemsettin de:
Haklısın anam, haklısın, ben İstanbulluyum diye cevap vermiştir.
devam edecek