MÜJGAN (19)
Eğirdirde Bir Aşk Hikayesi
(19)
Kuşluk vakti bağlar girişine ulaşıldı.
Köprü başına varınca herkes yavaş yavaş kelifine doğrultur atlarını sağlı sollu.
Rıza Efendi kelifi Pınar Pazarına varmadan, sol taraftaki dönemeci kaplar boylu boyunca.
Bağ kapısı bir atlı araba girebilecek kadar geniştir. Kapıya ulaştıklarında, Müjgan arabadan atlayıp iki kanatlı koca kapıyı açtı. Güllüşah da, yavaşça hiçbir yere dokunup yıkmadan geçirdi atları kapıdan, sol tarafta her zaman at arabasını bıraktığı yerde durdurdu onları. Önceden arabadan inen Müjgan, herkesin inmesine yardım etti teker teker. Her biri eline getirilen eşyalardan birkaçını alıp kelife doğru yürümeye başladılar.
Kelife ulaşmak için, kuyuya kadar olan yeri kat etmek lazımdır, ancak o zaman kelifin ön cephesi görülebilir.
Kelif iki katlı ve ahşap ve taştan yapılmadır. Aşağıda sol tarafta, kuyunun karşısında suluk vardır, üzümlerin çiğnenip pekmeze hazırlandığı. Yine alt katta ortada mutfak ve yemek odası, sağ tarafta büyük oturma odası, sol tarafta ağanın odası bulunur.
Orası şimdi Müjgana verilmiş. Güllüşah da sağdaki büyük odayı kullanacaktı, yukarı çıkamadığını bahane edip, yukarda da Küçük hanım, kızı ve Ümmü kalfanın kalabileceği odalar ve yine bir misafir odası.
Büyük kapıdan girip kelife dönünce ilk göze çarpan bütün anaların kabusu büyük ve derin kuyudur. Çoluğu çocuğuyla bağa misafirliğe gelen analar, bu kuyuda çocuklarını kaybedecekler diye ödleri patlar.
Koca üzüm bağına girilen alanın karşısı, gılivat denilen, yükseğe asılmış asmalarla kaplıdır. Yazın serin serin altında oturulan bu kısımdan, doğrudan doğruya kelifin içine girilir. Akşam sohbetleri, davet yemekleri bu glivatın altında olurdu eskiden. Kelife sırtını vermiş bir sedir, yere atılmış hasırlar üstündeki halılara serilmiş, rahat minderler, her geleni serin bir molaya davet eder.
Kelifin karşısı boydan boya ve dağın dibine kadar sekiz on dönüm türlü türlü üzümlerin yetiştiği üzüm bağıdır. Ama bu mevsimde kelif ısırganlara boğulmuştur; göçle gelenleri beklemekten yorulmuş hazin bir hali vardır.
Isırganlar sanki pencerelerden içeri bakmaya çalışıp Hala kimse yok mu? diyerek gelenleri beklemekten yorulmuş, boyunları bükülmüş gibidirler.
Keliften içeri girince de boşluğun kokusu çarpar burnunuza. Daha sonra yaz mevsiminin üzümlü erikli, kuyu çiçekli kokusu dolacaktır bu odaları.
Ah, ay ışığından gençlerin kahkahalarıyla yarışan gıncırdak sesinden, börek, pekmez, kıyma, kavurma kokusundan, danteller örülen öğle sonralarından; ıslak toprak kokan havadan; çıtılgalardan yakılan ateşlerden, yatarken yıldızları seyrettiğimiz gecelerden bir unutulmazlık yaşanır orda.
Zaman sinmiş çekmeceler içinde bir çok hatıralar, her odada. Her açılan çekmecenin kokusu, uyandırdığı tat ayrı ayrı
Kimin de Vesile Hatunun yaralarının barutlu kokusu; kiminde ayva çiçeğinin sevdası; kiminde de Sivri Dağında geri bırakılan ayak izleri; kiminde çakıllı yollarda koşarken kanamış dizler veya uzaklarda bile buluşamayan düşler, tutunduğunuzda kıla dönüşen halatlar, anılar, anılar.
Şayet bu kelifi tanıyorsanız, içinde yaşanan ve yaşanamayanlar, ilk girdiğinizde, hepsi birden kendiliğinden çıkarıverirler ortaya çekmecelerden. Her yeri, her şeyi çiğneyerek dolu dizgin koşmaya başlayan bir küheylan olup çıkarlar, seni senden alıp götürürler uzaklara, kaçırırlar gerilere.
Hep yüreklerinin tam ortasından fırlarlar bu küheylanlar, Rıza Efendi kadınlarının taa diplerinden.
Yılların yorgunluğundan çıkan bu kokular kadınların yüreklerinin kanıdır esasında.
Konuşulan dillerin en kolayı olan sevgi bile kurtaramamıştır onları.
Anıların tümü birleşip söz ederler geçmişin sırlarından, ulu orta.
Yetişemezsin, dur diyemezsin onlara.
Sonunda da yalnız bırakılmakla ödüllendirilirsin alır başlarını giderler.
devam edecek