MÜJGAN (18)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (18)
Haberin Tarihi: 27.11.2017 10:11:00 - Okunma Sayısı:1541 defa okundu.

MÜJGAN

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

(18)

                Fayton hareket etti.

                İkisinin elleri birbirini buldu oturdukları yerde, birbirlerini teselli edercesine. Başını Güllüşah’ın yumuşak omzuna koydu. Gözyaşlarını tutmaya zorlamadı, sessiz sessiz akıttılar. Herkes suskun, eve vardılar. Akşamın erken saatleriydi. Anneler odalarına çekildiler.

                Müjgan yalnız kalınca, neyi nereden başlayacağını, hayatını Şemsettin’siz nasıl tanzim edeceğini bilemedi. Kendini ev işleri yaparken buldu. Geç vakit küçük hanım:

                “Temiz yerleri temizlediğinin farkında mısın? Bırak bu işleri Dudu yapsın, onun vazifesi bu, ayrıca bu ayrılığa ne kadar çabuk alışırsan o kadar çabuk rahat edersin.”

                Bunları duyan Güllüşah, duyduğundan pek memnun olmadığını göstermek için zikrini yüksek sesle çekmeye başladı. Bu ikazdan anlayan Küçük hanım hemen deliğine çekildi, sesini çıkarmadı.

                Müjgan da cevap vermedi.

                Bir müddet sonra:

                “Yemek ister misiniz?” diye sordu annelere.

                Tesbihini bitirmiş olan Güllüşah:

                “Ufak tefek bir şeyler yesek iyi olur” dedi.

                Müjgan bir müddet sonra anneleri sofraya çağırdı.

                Suskun suskun oturdular sofraya. Kimsenin eli çatala kaşığa varmadı.

                “Yiyelim, hayat devam ediyor” dedi Güllüşah…

                Herkes az buçuk bir şeyler yedi. Yemekten kalkarken Güllüşah:

                “Bundan böyle yemekleri mutfakta yiyelim, daha rahat ederiz” dedi. Suskunlukla tasdik ettiler hepsi  bu fikri.

                Geç vakit herkes odalarına çekildi.

                Müjgan ilk defa yataklarında yalnızdı.

                Birden bire aralarındaki mesafenin ne kadar olduğunu bilmek istedi.

                Hatırlamaya çalıştı… Galiba sekiz yüz kilometre demişti Şemsettin. Şemsettin’le benim aramda sekiz yüz kilometre var, oysa benimle Şemsettin arasındaki uzaklık bir kıl payı kadar bile değil.”

                Düşüne düşüne uyuyakaldı.

                Şemsettin gideli aylar olmuş, kara kış gelip geçmiş, yaz da güze eğilmeye yüz tutmuştu.

                Bağ göçü zamanı gelmişti kasabaya.

                Eylül ayının ortalarında kasaba halkı üzüm bağlarına göç eder. Ekim ortasına kadar kalırlar orada.

                Kış hazırlıklarının tamamı burada yapılır. Kıymalar, kavurmalar kalaylı bakır tencerelere dondurulur, makarna erişte kesilir, tarhana, nişasta yapılır, peynir, balık kurulur, meyve sebze kurutulur, sucuk pastırma yapılır ve en güzeli pekmez kaynatılır. Pekmez kaynatma günü neşenin, şenliğin doruğa vardığı gündür. Bağa göçmeyenler, bağı olmayanlar, özel bugün için tanıdıklarının bağlarına gelir misafirliğe.

                Herkes lazım olacak eşyalarını, yatağını yorganını, tasını tenceresini bir atlı arabaya yükler, sabahın erken saatlerinde yola koyulurlar.

                İşte Müjgan da iki kayınvalidesiyle göç edenlerdendi bu sene.

                Onun annelerle ilk bağ göçüydü. Onlar da lüzum olabilecek eksikleri hazırladılar akşamdan.

                Gün doğmadan seyisin hazırlayıp getirdiği at arabası kapıya dayandı. Güllüşah da kasaba halkı gibi at arabasıyla göç etti bağlara, faytonunu şehirde bıraktı.

                Eşyalar arabaya yüklendi, Güllüşah kapıya indi. Kendi kullanacaktı her zamanki gibi arabayı.

                Güllüşah’ın en çok severek yaptığı şeylerden biriydi bu.

                İki atın koşulduğu arabaya ilk binen Güllüşah oldu. Kendinden, umulmayacak bir çeviklikle atladı arabaya… Seyisin elinden koşumları alıp atları sakinleştirirken diğerlerinin arabaya binmesini bekledi. Sırayla Küçük Hanım ve kızı, Müjgan, Ümmü kalfa yer aldılar boş buldukları yerlerde.

                Çocuk gibi sevinçliydi ve de sabırsızdı Güllüşah.

                “Haydi, herkes köprü başına vardı oldu, biz hala yola çıkamadık, davranın.”

                Kendi de bilirdi bunun doğru olmadığını.

                Nihayet atlara bir “deh” çekti. Atlar dört nala, bildikleri yolu almaya başladılar.

                Yine bir eli arka belinde, bir elinde kayış, ilk sigarasını yakmaya çalıştı. Atları idare ettiği eliyle hem arabayı sürdü, hem sigarasını içti.

                Bazen eski bir şarkı mırıldandığı dahi duyuldu. Sonunda da:

                “Artık benden güzel sesler çıkmıyor, paslanıyorum yavaş yavaş” dedi.

                Köprü başında diğer göç edenlere kavuştular. Artık dörtnala değil de, yavaş bir ahenk içinde sürdü atları.

                Güllüşah herkesi selamladı, hatırlarını sordu, şakalaştı gençlerle gür sesiyle, herkese güzel bir şeyler söyledi, memnun etti göç edenleri.

                Yola devam edildi.

                Arabaların, yüklerin üstünde oturan gençler şarkılar söylediler.

                At arabalarının tekerlerinden çıkan sesler orkestrasıdır onların, martılar da eşlik ederler bu tabii senfoniye; taa kale ucuna kadar yayılır, duyulur bu konser. Gidemeyen, katılamayanları biraz daha kıskandırır, biraz daha üzer, hüzünlendirir…    devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap