Ölüm yıldönümü
Yokluğunu her bir gün, her bir hücrende an be an yaşadığın birinin bu dünyadan ayrılıp da uzak
bir yerlere gittiği o günün ardından araya giren ve katedilen her bir 365 gün 6 saatin
takvimlerdeki adıdır ölüm yıldönümü.
O'nunla geçirdiğin günlerin, yılların
ardından ayrılık gelip de çattığında kapanan binlerce yazılmış sayfasına, yine
O'nunla dopdolu ama O'nsuz bir dünyanın izdüşümlerini yazmaktır kelime kelime,
satır satır...
Giderek azalmanın verdiği acıdan ziyade,
O'nunla, o henüz yaşıyorken hissetmediğin kadar bütünleşmektir bir anlamda da
ne yazık ki. Bir aradayken çok da fazla önemsemediğin dakikaları, saatleri,
ayları ve yılları; her bir anıyla bir kez daha yaşamak zorunda olmanın ve
birlikte yaşayacağın "yeni" zamanların bir daha olmayacağının
bilincine varıldığı bir yıllık takvimdir ölüm yıldönümü.
Gözünü kapattığın an sana hâlâ ve bu
kadar yakın olan birinin, aslında
bilmediğin ve çok uzak bir yerde olduğunu kavradığın her bir ayrı günün
çetelesidir. Tarifsiz bir çetele. Günlerin üzerine attığın her bir çeltik, o
günü nasıl yaşadığını kimseciklere haber vermez. "bir gün daha
başlıyor", "bir gün daha bitiyor"ların ardı arkası kesilmez
sürekliliğini, her gün ve her gece bir kez daha yaşamışsındır da o'nsuz; geçivermiştir
işte bir sene üzerinden ayrılığın... "daha kaç sene özleyeceğim
seni?" diye sorarsın, cevap alamazsın.
Bir aşk-ı kıyamettir
her soluğun da, yorulmazsın nefes almaktan... Sevgin bir sevdaya, o başlı başına bir masala dönüşür her
geçen gün, her geçen saat. Kıyıda köşede kalmış her yazısını toplarsın…
Ölümünün ardından geçmiş olan her bir
seneyi tamamladığın gün, aynı hayretle bakarsın bu kavrama. Yıldönümü! Ölüm
yıldönümü! Yıl dediğin, yıldönümü dediğin nedir ki? Anlar bir asır gibiyken...
30 yıl sonra bile insanı çaresiz, öfkeli, isyankar yapan gündür ölüm
yıldönümü… Artık babanın acısı o kadar keskin değildir ama hala hep oradadır.
Mezarına giderken hiçbir şey hissetmiyorum sanırsın, günlük olaylardan
konuşursun yanındakiyle. Ama beyaz mermerin üzerindeki adına parmaklarını
değdirdiğinde hüngür hüngür ağlamaya başlarsın. Bu acı madem bu kadar
yüzeydeydi, nasıl yokmuş gibi bastırabiliyordun on dakika önce, anlamazsın.
Ölüm acısına dayanılır bir süre sonra. Ama hayatın onsuz geçmesi, heyecanla bir
şey anlatmak istediğinde, bir şey sormak istediğinde arayamamak, onun sonsuza
dek 54 yaşında kalacak olması, sonra özlemek, yine özlemek… Asıl zor gelen
bunlardır. Artık onsuz da mutlu olabildiğini ama bundan sonra her mutluluğunda
onsuzluğun damgasını taşıyacağını görürsün.
(Alıntı)