MÜJGAN (9)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (9)
Haberin Tarihi: 15.11.2017 10:11:00 - Okunma Sayısı:1612 defa okundu.

MÜJGAN (9)

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

-9-

                Yaşlı ana baba, kızlarının mutluluğuna gölge düşürmemek için sessizce odalarına çekildiler. Kapılarını kapattıktan sonra bir müddet bakakaldılar birbirlerine; bir şeyler söylemek lazımmış gibi. Ama ne söyleyebilirlerdi ki; iş işten geçmiş, kılıcı alan kuşanmış, Saatçi ile karısına itaat edip beklemek ve dua etmekten başka yapacak bir şey kalmamıştı.

                “Her şeyi Allah’a havale edelim, ne hayırlısı ise o olsun” dedi Saatçi.

                Fadime Ana:

                “Ben bu işte bir hayır göremiyorum. Şemsettin’e nasıl verilir bu kız kurdun ağzına kuzu atar gibi.”

                “Kuzu istiyorsa önüne geçemezsin. Daha fazla üzme beni kadın, kes sesini”

                Uzun uzun sustular. Karanlığın farkına varan Fadime Ana, lambayı yaktı.

                “Yemek yemeyecek misin Saatçi?”

                “Hayır” dedi baba. “Namaz kılıp yatacağım. Sen istersen ye.”

                Fadime Ana’nın da iştahı yoktu.

                Yan yana namazlarını kılıp yine yan yana yataklarına uzandılar.

                Uzun süre sonra sessizliği bozan Fadime Ana oldu.

                “Bu iş olmamalı Saatçi, doğru değil yaptığımız, yapılanlar, alınan kararlar. O bizim tek evladımız, tek kızımız.”

                Sesini çıkarmadan dinledi Saatçi karısını. İçinden “ben de biliyorum doğru olmadığını” derken.

                “Bizim bildiğimiz doğrular gridir hatun; doğruyu eğriyi bir Allah bilir. Eğer bu iş önlenemezse onun öğreneceği şeyler var demektir bu beraberlikten.”

                Sonra yıllardır yapmadığı bir şeyi yaptı Saatçi. Birdenbire karısına sarıldı, yardım isteyen bir çocuk gibi başını göğsüne koydu, kara düşünceler içinde hıçkıra hıçkıra ağladı uzun uzun, içine çeke çeke, karısının başını okşamasına ses çıkarmadan…

                Sonra uyku yakaladı yorgun ve yaşlı Saatçi’yi. Uyuyakaldı!

                Fadime Ana bir müddet daha okşamaya devam etti koca bebeğini; sonunda eli elinde o da uykuya yenildi.

                Nihayet nişan günü gelip çattı. Nişan kız evinde olacaktı.

                O gün davetliler nişan için hazırlanmış odaya alındı.

                Bu sefer misafirleri karşılamak işi Müjgan’ın en yakın arkadaşı Havva’ya verilmişti.

Müjgan aşağıda, bahçeye ve göle bakan odasında sevinçli bir huzursuzluk içindeydi. İçinde birden bire çok sevdiği bu adet ve ananelere karşı bir hınç, hatta nefret duydu. Onun için ne nişanın, ne de ona takılacak mücevherlerin anlamı, önemi vardı.

                Tek isteği bir an önce Şemsettin’le beraber olmaktı.

                Kalbi dışarı fırlayacakmış gibi dolup taşardı onu düşününce.

                Saçları aklına geldi birden. Annesi saçlarını arkada toplamasını söylemişti.

                “Bu saçları bir araya getirip toplamanın ne zor olduğunu bilse böyle bir şey istemezdi benden” diye geçirdi içinden..

                Becerebildiği kadar saçlarını arkada zaptetmek için tokaladı onları.

                O gece için diktirilmiş, her şeyiyle Güllüşah’ın ilgilendiği, koyu yeşil kadife elbiseyi ve yine elbiseye uygun yeşil, parlak, ince deriden özel yaptırılmış, hafif topuklu ayakkabıları giyip, yukarı çıktı…

                Misafirler de zaten onu beklemekteydiler.

                Kapıyı annesi açıp, buyur etti onu. Göğsü iftiharla kabarır Fadime Ana’nın, kızının güzelliğinden.

                Odanın sol köşesinde, büyük ahşap masanın üstünde, tatlı ve tuzlu pastalar, yemişler, çikolataların ortasında çay semaveri harıl harıl kaynamakta, sessizce bekleyen nişan halkına tatlı bir huzur vermekteydi. Odanın üç tarafını bir at nalı gibi kaplayan sedirin tam ortasında, Güllüşah gizlelik elbiselerinin en güzellerinden birini giymiş, güzel tombul gerdadını açıkta bırakan lacivert, ipek entarisinin yakasına tek taş elmas iğnesini takmış, başında ipekli yazması, haşmetli, her şeye hakim, kendisine ikram edilen yumuşak yastıklara gömülmüş, gözleri her zamanki gibi yarı kapalı, tek eli arkada, öbür elinde kahve fincanı bekler gibi ama rahat oturmaktaydı.

                Sol yanında Küçük Hanım, ha var ha yok, sağında Saatçi, onları da akrabalık derecesine göre diğerleri takip ediyordu.

                En uçta kapıya yakın yerde, Fadime Ana; her an kaçıp gitmeye, her şeyi arkada bırakmaya hazır gibi duruyordu.

                Ortada, Saatçi’nin elleriyle yaptığı bakır gümüş karışığı dantel gibi işlenmiş koca tepsi üstünde nişanlık hediyeler durmaktaydı.

                Kapıdan içeri giren Müjgan, Güllüşah’tan başlayıp herkesin elini öptü. Tam annesinin karşısındaki yerini alacağı sırada Güllüşah’ın sesiyle kendine geldi.

                “Gel buraya Müjgan, yanıma”

                Müjgan Güllüşah’a doğru yürüdü. Güllüşah birden bire kendinden beklenmeyen bir çeviklikle ayağa kalktı. Müjgan’ı kendisine çekti, önce gözlerinden sonra yanaklarından öptü.

                “Bu öpücükler benim yolumla Şemsettin’den sana” dedi.

                Herkes şaşırdı bu alışılmamış atağa. Daha bitmemişti şaşırtmak. Tekrar candan sarıldı Müjgan’a:

                “Şuandan itibaren sen benim gelinim değil, kızımsın. Bir oğlum vardı, doğurmadığım. Şimdi de bir kızım var, yine doğurmadığım. Buna kader denmez de ne denir?”

devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap