MÜJGAN (2)

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,MÜJGAN (2)
Haberin Tarihi: 7.11.2017 10:37:00 - Okunma Sayısı:1829 defa okundu.

MÜJGAN

Eğirdir’de Bir Aşk Hikayesi

2

                Rıza Efendi Güllüşah’ı oğlan doğurtmak için almıştı.

                Evet, Rıza Efendi’nin tek arzusu oğlan evladı sahibi olmaktı. Dört kız fazla ve lüzumsuzdu. İlla oğlu olmalıydı, sahip olduğu sınırsız varlık ve zenginliği idame ettirip çoğalmak için.

                Vesile Hatun dört kız evladı verdiği kocasına, çocuklarına doyamadan, bu acıya dayanamayıp, Güllüşah geldikten çok kısa bir zaman sonra dünyadan göçüp gitmişti.

                Hamileymiş dediler, düşürdüğü çocuk erkekmiş dediler, ondan ölmüş dediler. Dediler…dediler…

                Bu Rumeli’den gelme kibar, sarışın zabit kızının geriye halayıkların eline bıraktığı dört kızı da, küçük yaşlarda alelacele evlendirilivermişlerdi.

                Uzun yıllar, evin tek hanımı olarak boyalı konağında yaşadı Güllüşah. Ta ki “Küçük Hanım” eve gelene kadar.

                Rıza Efendi’nin erkek çocuk sahibi olma arzusu hiç sönmemişti. Güllüşah da ona değil erkek evlad, hiçbir evlad verememişti.  Kısırdı bu güzel, haşmetli kadın.

                İşte şimdi birini bulmuştu kocası; genç ve güzel, ona çifter çifter erkek çocuklar vadeden.

                Ve işte bu yüzden, yine bir kış gecesi, kendi geldiği gibi Küçük Hanım gelmişti eve. O da onu, merdiven başında karşılamış, kocasının yanındaki bu genç ve güzel kadını, arkadan gelen küçük kızı görür görmez, durumu anlamış, hemen topukları üzerinde geri dönüp kendi odasına gitmişti.

                O günden sonra da Rıza Efendi’yle bir kelime bile konuşmamış, onu odasına almamıştı.

                Acılar içinde aylarca odasından çıkmamış, kalbi bomboş, Ümmü Halayık’ın tepsi içinde getirdiği yemekleri orada yemiş, orada uyumuştu.

                Bir sonbahar sabahı, bebek sesleriyle uyandığında, sanki biliyordu ne yapacağını.

                Misafirini ağırlamaya hazırlanan bir kadın gibi yıkanıp süslenmiş, giysilerinin en güzellerinden birini giyip çıkmıştı odasından.

                Lohusa odasına girdiğinde, bebeklerin bir değil iki olduğunu görmüştü. Hiç kimseye sormadan üzerlerine eğilmiş, yüzlerini örten yaşmakları açmış, tek tek yüzlerine bakmış sonunda Küçük Hanım’ a dönüp:

                “Bu benim, öbürü senin” demiş, çocuğu alıp odadan çıkmıştı.

                Hiç kimseye sormadan ve de hesap vermeden kalbine kilitlemişti bu kendi doğuramadığı oğlanı.

                İşte o andan beri hep bu çocuk için yaşamıştı. Hiç kimse de ses çıkarmamış, hak iddia etmemişti.

                Küçük Hanım Güllüşah’ın ne demek istediğini anlamıştı.

                “Kızına bu evde yer var; bana ve bu çocuğa karışmadığın müddetçe”

                Küçük Hanım zamanla en iyisinin bu olduğuna kanaat getirmişti. Nasıl olsa iki taneydi oğlan. İyi de bakılıyor, sevgiyle besleniyordu ilk doğanı. Kızı da yanındaydı; varlık içinde yaşayıp gidiyorlardı.

                Daha iyisi can sağlığıydı.

                İşte böylece ilk doğan Güllüşah’ın oldu. İkinciyi bir kere görmüştü.

                Bir gün “öldü” dediklerinde tekrar hatırladı ikinciyi. Korkmadı bile alırlar oğlunu elinden diye. Almadılar da.

                Adını da kendi koymuştu zaten, kimselere danışmadan.

                Hayatını bir güneş gibi aydınlattı, evlat sevgisi tattırdı diye “Şemsettin” adını verdi ona.

                İçindeki acı dinmese bile, bu acıyı doğuran nedenler zamanla aklından silindi gitti Güllüşah’ın.

                Rıza Efendi’yse her şeyin böylece hallolmasına çok memnundu.

                Yaptığı her şeyin en iyisini yaptığını bildiği Güllüşah’tan daha iyi bir ana olamazdı oğluna.

                Ne yazık ki ömrü yetmedi oğlu Şemsettin’i bekleyenleri görmeye.

                Çok büyük konuşmuştu Rıza Efendi. Olmayacak zamanda ettiği duaları da Allah’ın duyacağı tutmuştu:

                “Bana bir erkek evlat ver, varımı yoğumu al” diye yalvarmıştı Allah’ına.

                Bir ikindi üzeri Küçük Hanım’ın ağrıları tutup Ümmü Halayık ebeye koşturulğunda Ağa da evden çıkmış, sahibi olduğu hanın altındaki kahveye gitmişti. Bu gelişteki anlamı bildi kahvedekiler. Zaten Rıza Efendi:

                “Oğlan geliyor bugün” diye doğmadan haberini vermişti oğlanın…

                Sadece o değil bütün kasaba bekliyordu Rıza Efendi’nin beklediğini, Ağalarının…

                Çoktan yenilip içilmeye başlanmıştı ki baş kahya Yahya, dört nala göründü yolun ucundan; kan ter içinde atladı attan; Rıza Efendi de ona doğru koştu beklediği haberi duymak için:

                “Ağam oğlun oldu, ağam.”

                Rıza Efendi çılgın gibi kendi kendini alkışlayıp gülmeye başlamış, hıçkırığa benzeyen hasret kahkahaları arasından herkese yeniden içkiler ısmarlamıştı.  Derken yine bir at sesi duyuldu. Bu gelen de ağanın uşağıydı:

“İkiz ağam, ikiz, iki oğlan”

                Rıza Efendi artık zevkin, sevincin en doruğundaydı.:

                “Biliyordum, bir gün oğlan doğurtacağımı biliyordum”

                Hiç kendinden beklenmeyen hallere girdi. Çocuk gibi sevinçle bağırdı, çağırdı, oynadı, zıpladı ve hatta bir de gazel çekti; şimdiye kadar kimsenin bilmediği tanımadığı sesiyle…                                     devam edecek

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap