Üçüncü Dünya Savaşı Söylemi veya Söylencesi (2)
Daha önce de söylediğim gibi Dünyada işler siyasi olarak hiç de yolunda gitmiyor …
Ortadoğu’nun nispeten daha düzgün yapılanmış (temelde totalitarizm biçimli örgütlenmiş olmalarına rağmen, iç işlerinde sağlam merkezi bir otoritenin varlığı ve asayişin çevre ülkelere göre nispeten yüksek olmasını kast ediyorum) ve herkesin bildiği gibi yeraltı kaynaklarına bağlı olarak ekonomik refah düzeyinin yüksek olduğu, aynı dine ve hatta ortalama aynı kültüre sahip iki ülke arasındaki gerginlikle işe başlamak istiyorum. Aslına bakarsanız yeni bir çekişme değil, tarihi bir inat; İran İslam Cumhuriyeti – Suudi Arabistan Krallığı …
Bu iki ülke arasında ortak bir geçmiş ve birçok sözde benzerlik olması sizi yanıltmasın. Aslında tarih boyu yıldızı barışamayan iki zıt kutup başı var karşımızda. Bu konuda iddialı olmasam da ayrıntılara yer vermek istiyorum;
Öncelikle iki ülkeyi sert ve kesin bir çizgiyle ayıran uluslararası siyasi partnerlerdeki farklılıklar göze çarpıyor. Bildiğimiz gibi İran, Batıyla ters düşen politikaları yüzünden öteden beridir Rusya ile müttefik konumunda. Buna biraz da mecbur. Arabistan ise ekonomi temelli olarak Amerika ile ittifak olmayı seçmiş. Bu sebeple bölgenin yaramaz çocuğu İsrail’i ve hukuksuz faaliyetlerini de yıllardır görmezden geliyor.
Kültürel olarak incelendiğinde her ne kadar iki ülke de Ortadoğu’da yer alıyor olsa bile İran, Pers kültüründen geliyor. Yani oluşan genel ve yanlış intibanın aksine İran Arap kökenli bir devlet değildir.
Bunun yanında bu iki ülke de benzer gelir kaynaklarına sahip. Ekonomik düzlemde incelendiğinde genelde petrol ve petrol ürünleri dünya piyasasının tamamını, anlık şekilde etkilediği için aslında bu iki ülke birbirlerine ciddi birer rakip. Fakat saydığımız bu sebepler iki ülkenin diplomatik-siyasi ve hatta abartırsak askeri ilişkilerinin bozulması için devede kulak kalan unsurlar. İki ülke arasında diplomatik krize sebep olan meselenin kökeninde mezhepsel bir çatışma yatıyor. Konunun dini boyutu tartışmalı olduğu için sadece tarihsel boyutundan bahsetmek istiyorum; İki devlette İslam Dünyasının lideri olma iddiasında. Mesele bununla da kalmayıp iki taraf da kendi mezhebini yayma çabasında. Bunun için illegal bazı radikal gruplara destek olunduğu bile gözler önünde. İki taraf da Halifeliği sembolik de olsa elinde bulunduran Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması ve kalan toprakları üzerinde de laik bir ulus devlet kurulması üzerine boşta kalan (ve hatta yok olan) halifelik makamına göz dikmiş durumda. Bu yüzden bitip tükenmek bilmeyen sürtüşmeler yaşanıyor ve sanırım yaşanmaya devam edecek.
Bu olaya tarafsız olarak baktığınızda ise karşınıza klasik bir Rus-Amerikan bloklaşması çıkıyor. Bölge zaten düzene hasretken böyle bir çatışma tek kelimeyle felaket olacaktır. Gelişmeleri bekleyip görelim …
Yine kaygı verici başka bir gelişme de Uzak Doğu’dan. Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti veya Kıta Avrupası’nda bilinen ismiyle Komünist Kuzey Kore sınırları içinde 5.1 şiddetinde bir deprem meydana geldi. Deprem Avrupa - Akdeniz Sismoloji Merkezi (EMSC) ve Amerikan Jeolojik Araştırmalar Kurumu (USGS) tarafından teyit edildi. Doğa yine bize küçük bir oyun oynamıştı. En azından ilk anda durum buna karine ediyordu. Fakat daha sonra bilgiler netleşmeye başladı ve bu depremin merkez üssünün, 2006'da yer altı nükleer testinin yapıldığı Punggye-ri tesislerine (Kuzey Kore’nin nükleer denemelerini yaptığı meşhur tesis) sadece 49 kilometre uzakta olduğu tespit edildi. Hal böyle olunca spekülasyonlar aldı başını yürüdü. Rusya, Çin ve İran olaya ilk etapta sessiz kalırken Güney Kore ve Amerikan merkezli haber ajansları bu sarsıntıların sebebinin doğal bir deprem olmayıp nükleer bir deneme olabileceği ihtimali üzerinde durdu. Çok geçmeden Kuzey Kore devlet televizyonu, Hidrojen bombası denediklerini ve bu testin de başarılı şekilde sonuç verdiğini açıkladı. (Bence bu duruma verilen tepkiler bile büyük savaş öncesi bloklaşmayı görmemiz için yeterli seviyede) Güney Kore, Kuzey Kore’nin yaptığı bu cüretkar hareketin bedelinin ödettirilmesini istedi.(Askeri yaptırım talebi) Amerika ve Birleşik Krallık ise bölgedeki müttefiklerini koruyacaklarını söyledi.(Bölgedeki hakim gücü hatırlatıp, tekrarlandığı takdirde askeri müdahaleye dönüşeceğini ifade eden tehditkar söylem) Buna karşılık Japonya bunun kabul edilemez olduğunu ve sert bir şekilde kınanması gerektiğini söyledi. Ancak bunu yaparken Amerika, Rusya ve Çin ile birlikte hareket edeceklerini söyleyerek bu konuda şimdilik tarafsız kaldığını göstermek istedi (Malumunuz Japonya Kuzey Kore’ye en yakın NATO ülkesidir ve işin aslı çıkabilecek bir savaşta ilk hedefteki ülke olmak istemiyor). Bunun dışında Kuzey Kore’nin daimi destekçileri olarak görünen İran tamamen susarken Çin ve Rusya ise yarım ağız da olsa faaliyetin yanlış olduğunu dile getirdi.
Bana sorarsanız (ki şu aşamada kimse birbirine bir şey sormuyor) durum oldukça vahim görünüyor. Belki size durum ilk planda Türkiye için tehdit oluşturmuyormuş gibi gelebilir. Evet Kuzey Kore’nin bu denli uzun mesafeler kat edebilecek balistik füzelerinin olmadığı doğru. Fakat unutmayın artık dünya kaçınılmaz şekilde globalleşmiş durumda. Yani Kuzey Kore’nin hemen yanındaki Güney Kore’ye veya Japonya’ya saldırması Türkiye’yi de içine alması muhtemel bir yangına sürükleyecektir. Böyle bir durumda Amerika ve Birleşik Krallık, Kuzey Kore’ye müdahale edecek ama bunun yansıması bütün Asya ve Avrupa’da görülecektir. Örneğin böyle bir savaş durumunda Rusya-Çin-İran-Sıbistan-Kazakistan ilk etapta Hindistan ve diğer küçük Asyalı devletler ise ikinci etapta savaşa Eski Doğu Bloğu yanında dahil olacaktır. Bu durumda NATO devreye girecek (ki 28 devletten oluşup 27 donanımlı orduyu hazır bulunduran bir topluluktur) ve çatışma tüm Dünya’ya sıçrayacaktır. Yani üçüncü dünya savaşı kapımızda olabilir. Ve tahminim bu seferki savaş maalesef ilk iki savaşı aratacaktır. Düşünün! Kuzey Kore gibi bir devlet bile (Yoğun ambargolarla izole edilmiş) atom bombasından çok daha yıkıcı bir etkiye sahip olan hidrojen bombasını üretip kullanabiliyorsa kim bilir diğer ülkelerin kullanımında kaç çeşit kitle imha silahı vardır. Göstergeler ne kadar kötüye gitse de Birleşmiş Milletler’in arabuluculuk rolüne güvenilmesi taraftarıyım, zaten başka bir seçeneğimiz de yok gibi.
Esen kalın …