Önlen(e)meyen Terörizm ve Terör Çağı
Dünyamız modernleşiyor. Artık global ve anlık haberleşme, şahsi motorlu taşıt sahibi olma veya dokunmatik ekran teknolojisi ile donatılmış telefonlar alışılagelmiş ve hatta sıradanlaşmış durumlardır. Teknik olanakların ve teknolojik bilginin artması gündelik işlerimizi kolaylaştırıp, zamanında ‘imkansız’ denen birçok olguyu olanaklı hale getirdi ve hala getirmektedir. Doğal olarak bu uygarlık tarihi için olumlu bir gelişmedir. Bu durum bir takım nostalji düşkünü ve aşırı gelenekçi grubun dışında genel olarak kabul görmüştür.
Evet teknoloji gelişiyor ve insanlığa hizmet ediyor. Fakat öyle bazı olaylar oluyor ki insan bazen keşke bazı teknolojiler hiç gelişmeseymiş diyor. Lafı fazla gevelemek âdetim değil. Harp Teknolojilerinden bahsediyorum. Örneğin ateşli silahlar familyasından bir kesit aktarayım. Doldurma tüfeklerden, süngülü tüfeklere geçilmiş. Eğer tüfeğinizi ateşleyip düşman askerine isabet ettiremediyseniz veya ölümcül bir darbe vuramadıysanız ve düşmanınız size gereğinden fazla yaklaşırsa diye uzunca yapılı tüfeklerin ucuna farklı şekillerde ve insan gırtlağına daha kolay batmaya elverişli bıçaklar takmışlar. Yine süngü takılabilen tüfeklerden daha uzun menzilli olan Lee-Enfield tipi tüfeklere geçilmiş. İnsanları uzaktan da öldürebilen bu tüfekler çok iyi iş çıkarmış ve bunun için bu silahların üzerinde mühendisler yıllarca çalışmış. Neden aynı mesafeden daha da fazla insanı öldüremeyelim diye seri atış yeteneğine sahip Thompson M1A1 ve hemen akabindeki yıllarda motorize birlikler için M240 tipi tüfekler üretilmiş. Fakat bu tüfekler çok kolay deforme olup çok da ağır silahlarmış. Aynı özelliklerde daha hafif bir silah üretelim demişler ve maalesef bugün dünya üzerinde belki de atom bombalarından daha çok insanın ölümüne sebep olan AK-47 tipi hafif otomatik tüfekler bulunmuş. Halk arasında bilinen ismi Kalaşnikov’dur. Maalesef gelişen teknoloji olumsuz bazı teknikleri de geliştirmiştir. Ve hatta bu olumsuz teknolojinin gündelik teknolojiden çok daha önde olduğunu üzülerek aktarmak zorundayım.
Ülkeler resmi olarak silahlanır ve meşru ordularıyla vatandaşlarını korurlar. Peki neden silahla korurlar? Çünkü karşınızdaki devletin silahı vardır. Sizde silah sahibi olursunuz. Peki karşıdaki devletin neden silahı vardır? Daha öncesinde sizin silahınız olduğu için… Bu kısır bir döngüdür ve ilk insanlara kadar uzanır. İlk çağ kalıntılarına baktığınızda çömleklerden çok sivriltilmiş taşlardan yapılma silahları görürsünüz. Bu durum insanoğlunun genetiğinde var gibi düşülse bile bence en azından silahsız yaşama geçiş denenebilir. Tabi günümüz şartlarında düşündüğümüzde bu deneme bir ütopyadan daha imkânsızdır. Yani silahsız bir dünya istemek makul ölçülerde düşünen bir insan için anlamsızdır. Bence ısrarla istenilmesi gereken kısıtlanmış silahlı bölgeler ve silah satışının sıkı kurallara tabi olmasıdır.
Durumu özetlemek için bir soru soralım. Silahı kim üretir? Devlet ve çoğunlukla devlet denetimindeki özel şirketler. Peki özel şirketler temelde neyi amaçlar? Kar ve daha çok kar. Hatta ticaret kanunlarının ekseriyeti, ticari şirketlerin kar amacı gütmek zorunda olduğunu söyler. Hal böyle olunca özellikle bazı silahlar herkesin erişimine sunulmuş durumdadır. Yani ürettiğiniz silahları meşru ordulara veya meşru olmayan fakat kendini bir ordu olarak gören birliklere veya herhangi amaca hizmet eden veya ettiğini söyleyen bir terör örgütüne ve hatta bedelini nakden karşılayabilecek olan sivil insanlara bile satarsınız. Bu ciddi bir kar getirir ve asla sektördeki payınız küçülmez. Hiç iflas eden silah tüccarı duydunuz mu ! ?? Burada tek suçlu silah üreticileri veya silah tüccarları değil. Vatandaşların garantörü devlettir. Eğer devletler bu illegal faaliyetlere susarak veya görmezden gelerek izin veriyorlarsa devletler ya da daha somut ismiyle hükümetler de suçludur. İşleyiş bu şekilde devam eder fakat bir gün gelip sattığınız veya dağıttığınız silahların namluları size çevrilebilir. Ya da kiloyla sattığınız patlayıcılar sadece sizin öğrettiğiniz bazı sloganları söylemek yetisine sahip insanlar tarafından kendi bedenlerine sarılıp sizin sınırlarınız içinde, sizin masum halkınızı hedef alabilir. Durum tam bir ironidir. Dünyada defalarca yaşanmış bu yürek sızlatıcı tablo geçtiğimiz günlerde Fransa’nın başkenti Paris’te yaşandı. İnancıma göre ölen sayısı veremiyorum. İnsanları numaralandırıp saymanın etik olmadığı düşüncesindeyim. Ve bazılarının yaptığı gibi sayıyı kabartarak terörizme katkı sağlamaya da niyetim yok. Çok sayıda masum sivil hayatını bir hiç uğruna kaybetti. Üzülerek söylüyorum ki görünüşe göre bu yüzen ölen son insanlar olmayacaklar. Eğer durum böyle gider ve ülkeler başka ülkelerdeki olumsuz gelişmeleri görmezden gelip ve hatta daha da kötü olmasına çalışırlarsa bu terörizm dünyaya hakim olmaya başlayacak. Ordu savaşları bitip daha da kanlı olan sivillere yönelik terör saldırıları yaygınlaşacak. Ve belki de bu durumun önüne geçilemeyip terörizm çağı patlak verecek. Görüşlerim abartılı bulunabilir fakat maalesef dünya bu yola doğru hızlı bir biçimde sürükleniyor. Güçlenen Rusya eski Sovyetler sınırındaki etkinliğini artırmak istiyor. Bu bölgeler doğal olarak diken üstünde. Zaten İçkerya, Gürcistan ve Ukrayna’da fiili çatışmaları gördük. Diğer bölgelerin de eli kulağında. Yine ekonomideki gücünü daha çok silahlanmaya ayıran bir devlet olan ve son dönemde yaptığı rekor askeri harcamalarla dikkat çeken Suudi Arabistan Krallığı bölgedeki mezhepçi politikalarını alenen genişletiyor. Suriye’de ve Yemen’de direniş gruplarına çoğunluğu Avrupa ve Amerika menşeli silahlar dağıtılıyor. Yine dünyanın en uygar bölgesi olarak tanınan Avrupa birçok illegal örgüte silah satıyor. Durum böyleyken terör çağı çok da uzak olamaz … Umarım beni yanıltacak gelişmeler olur. Son sözüm Paris için; Run! L'humanité est en train de mourir … Kalabildiğiniz kadar esen kalın…