BEYAZ ZAMBAKLAR ÜLKESİNDE
Bütün köylülerin, işçilerin, zanaatçıların, kısacası en geniş halk yığınlarının her açıdan aydınlatılmasını ve eğitimini hayatının en önemli görevi sayan Snelman,
“Halkın büyük kısmının eğitimden yoksun bırakılması cinayettir.” Diyor.
***
Serhan Asker’in Halk Tv’de sunduğu geçtiğimiz pazar günkü Görkemli Hatıralar programında; Çankaya Belediye Başkanlığının gönderdiği Grigory Petrov’un kaleme aldığı “Beyaz zambaklar Ülkesinde” adlı özgün yapıtı etkinliği izlemeye gelen öğrencilere armağan etti. Okumalarını dilerim!
***
Böylesi kaliteli kitabı ikinci kez okudum. İlki öğretmen okulu yıllarım… Her okuyuşum geliştirdi ve ileri götürdü. O doğrultuda görev yaptım. Öğretmene düşen görevi iliklerimde duydum. Kimi kitapları bir kez okumak yetmez. Bu türler, budandıkça yeni filizler veren sarmaşık gibidir. Satırlarındaki düşünceler zihninizin her kıvrımında sindirilir. Memet Türkkan’ın “Güneşin Katli ” de böylesi bir yapıt…
Değeri bilinmeden kapatılan köy enstitülerinin işlevini Beyaz Zambaklar Ülkesinde ile özdeşleştirmeden edemedim. Okuma yazmam var, ülkemi ve insanları seviyorum… Diyenlerin, bu yapıtı elden bırakmaksızın okumalarını dilerim.
Şimdi edindiklerimi aktarayım: Beyaz Zambaklar Ülkesinde adlı yapıt, Mustafa Kemal Atatürk zamanında Türkçeye ilk kez çevrilmiştir. Atatürk, kitabı okuduğunda bu destansı başarıya tek kelimeyle hayran olmuştur! Derhal kitabın ülkedeki okulların, özellikle askeri okulların öğretim programlarına alınması buyruğunu vermiştir.
Yapıtın varlığından bilgisi olan Atatürk, kitabı hemen getirtmiş ve inceledikten sonra basılmasını ve sonra da en geniş şekilde dağıtılmasını byurmuştur. Ayrıca Milli Savunma Bakanlığı da eseri derhal askeri okulların müfredatına (öğretim programlarına ) aldırtmış ve bu eserin, subay adaylarının el kitabı olmasına karar verilmiştir.
Yapıt, Rus kökenli bir papaz olan Grigory Petrov’un kaleminden çıkmadır. Yazar, söz konusu eserde; bataklık ve granitlerle kaplı bir cehennem toprağı olan Finlandiya’nın bir insan ömrü kadar süre içinde nasıl kalkındığını, zambakların bataklıkta nasıl boy verdiğini ve cehennem ikliminin nasıl cennete dönüştüğünü anlatmaktadır.
Söz konusu dönüşüm, ülke toprağının verimliliğiyle, ekonomik kalkınmayla sınırlı değildir. Yazar, bize esas olarak insanların, yani toplumların nasıl kısa bir süre içinde çağ atlayarak uygarlık sürecini yakalayacaklarını anlatmaktadır. Bir avuç aydının önderliğinde; askerlerden din adamlarına, profesörlerden öğretmenlere, doktorlardan işadamlarına kadar, her meslekten insanın omuz omuza bir dayanışma sergileyerek, Finlandiya’yı, ülkelerini geri kalmışlıktan kurtarmak için nasıl büyük bir savaşım verdiklerini, tüm insanlığa örnek olacak biçimde gözler önüne sermektedir.
Halkların destansı özverisiyle yoksulluktan kurtularak, ekonomik, politik ve kültürel olarak nasıl mükemmel bir ülke yaratılabileceğini gösteren, okurlara dudak ısırtan ölümsüz bir eser… Beyaz Zambaklar Ülkesinde, kurgusal bir romandan daha çok, ders verir nitelikte ve ülkemizi, kendimizi, yaşayışımızı sorgulatan bir çalışmanın okura sunulmasıdır.
Kitabın Özeti Şöyle:
Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabının yazarı Grigory Petrov kitabı başkarakter Snelman’ın ağzından bölümlerden oluşarak anlatılıyor.
Finlandiyalılar 1811 yılına kadar İsveç egemenliği altındaydı. Bütün iktidar, ticaret ve sanat, okullar ve hatta kilise bile İsveçlilerin elindeydi. Yönetici ve aydın kesimi oluşturanlar, öğretmenler, doktorlar, memurlar ve subayların tamamı İsveçliydi. Bu insanlar Finlandiyalılara üstten bakıyorlardı. Bu durum Finlandiya halkının kültürel gelişimini de etkilemekteydi
19'ncu Yüzyılın sonlarına kadar kültürel gelişimleri sadece temel okuma yazma becerileriyle sınırlıydı. Fakat Rusya 1808 yılında Finlandiya’nın yarısını ele geçirdi ve Rus Çarı eskiden sahip olunan tüm hakların aynı kalacağı sözünü verdi. Bu olay ile beraber kendi kültürlerini özgürce geliştirme olanağını elde ettiler. Fin kültürünü geliştirmek için önderlik etme görevini Johan Wilhelm Snelman üstlendi.
Snelman yeni kuşak Fin aydınlarının en parlak temsilcilerinden biriydi. Finlandiya’nın gelişmesi için adeta seferberlik ilan etmişti. Bu göreve öncelikle aydınlarla konuşarak başladı. Onlara aydın olunmanın halka üstten bakmak olmadığını, kendileri ne kadar bilgiliyse halkında öyle olması gerektiğini, öğrendikleri her şeyi halka da anlatmaları gerektiğini söylüyordu. Toplumun alt kesimlerini daha iyi bir hayat kurmak için ne yapmaları gerektiği konusunda eğitmeliydiler. Aydınlardan sonra ise sırada öğretmenler vardı. Yaz boyunca konferanslar veren Snelman, işlerini iyi yapmaları konusunda öğretmenleri yönlendiriyordu.
Din adamlarını da bu hedef doğrultusunda çok önemli kişiler olarak görüyordu Snelman. Dinsizliği halkın sahip olduğu bütün kutsal değerlerin ölmesi olarak tanımlıyor ve bu maneviyat ruhunun ölmemesi ve insanların umutlarını kaybetmemeleri adına din adamlarına çok iş düşüyordu. Din adamları çocukları ve gençleri bir araya getirerek, onları etkilemeye ve inanç aşılamaya çalıştılar. Bunu yaparken de zekâyı, bilimi ve hayatın zevklerini aşağılayıp küçümsemediler.
Yönetimde ise Finlandiya ve Rusya arasındaki anlaşma çerçevesince yeni hükümlerin yazdığı yeni bir anayasa 1816 yılında kabul edildi. Böylece parlamento yeniden çalışmaya başladı. Finlandiya’nın her yerinden devlet memurları Helsinki’ye akın ettiler. Böylece İsveçli devlet adamları yerine Finlandiyalı memurlar geçmiş oldu. Snelman’ın memurlara çağrısı ise şöyleydi: ‘Vatandaşlarımızın yasalara saygılı ya da daha fazlası olan derin adalet duygusuna sahip bireyler olarak yetiştirilmesi için bize yardımcı olunuz.’
En büyük değişimlerden biriside ordu’da oldu. İsveçliler döneminde kışladaki askerler içki içer, kumar oynarlardı. Halkla ilgili olan hiç bir konuyla ilgilenmezler ve kaba davranırlardı. Snelman ve arkadaşları bu konuyla ilgili de yenilik yaptılar. Subaylara konferanslar vererek askeri eğitimin önemine değindiler. Artık tüm aileler oğullarının askere gidip iyi eğitim almalarını istiyorlardı. Çünkü kışlada bilimden kültüre kadar kaliteli bireylerin olması gerekirdi.
Bu küçük ülke adına çok büyük adımların atılması gerçek oldu. En alt kesimden en üst kesime kadar tüm insanlar çok çalıştı. Bataklıklar ve kayalıklar ülkesi olarak adlandırılan Finlandiya’da insanlar kayalıkların üstüne verimli topraklar yerleştirdiler ve buralarda tarım yapmaya başladılar. Üretim yaptılar, okullar açıldı, insanlar okumaya başladılar. Bu ve bunun gibi birçok etken sonucu şimdilerde Finlandiya, eğitim düzeyi yüksek bir gelişmiş ülkesidir.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde (Finlandiya), ilk kez 1928 yılında Prof. A. Haydar Taner tarafından Bulgarcadan Türkçeye çevrilmiştir. Ardından 39 yıl içinde tam 11 baskı yapmıştır. Kitap sadece askeri okullarda değil, aynı zamanda öğretmen okullarında da okutulmuş ve diğer başka okulların öğrencilerine de tavsiye edilmiştir.
Yapıt, Balkan dillerinin yanı sıra Türkçeye de kazandırılmıştır. Bizdeki etkisi azımsanamaz. 13 Kasım 1929’da kitabın Türkiye’de yapılan ikinci baskısına yazdığı Önsöz’de Ali Haydar Bey, etkisine dair ayrıntılı bilgi vermektedir.
Beyaz Zambaklar Ülkesinde kitabının Türkçe çevirisi, basınımız tarafından da ilgiyle karşılanmıştır. Milli Talim ve Terbiye Heyeti Reisi Mehmet Emin Bey, Hayat Mecmuası’nın 74. sayısında kitaptan övgüyle söz etti:
‘Elimde olsa Haydarpaşa-Ankara arasında seyahat eden her bir yolcunun eline bu kitabı tutuşturur, kitabı okuturken bir yandan da çevrede bulunan toprak yığını köylere baktırırdım. Öğretmen olsaydım, çocuklara, bulunduğum şehrin kenar semtlerini gezdirirken, evlerde konuşulanları tekrarlatırken yeme içme, giyim kuşam tarzlarını gösterirken Grigory Petrov’un kitabından sayfalar okurdum.
Komutan olsaydım, askerlerimin toplandıkları koğuşlara bu kitabın bazı sayfalarını kopya eder ve asardım. Düşüncelerin davranış ve yaşantı üzerindeki etkisine inandığımdan bu kitaptan yararlı sonuçlar beklerdim. (…) Şu toprak yığınından ibaret köylerin, ortasından lağımlar akan sokakların kalkmasını içtenlikle arzu ediyorsanız, bunlardan iğrenen bir toplum oluşturmak zorundasınız. İşte Beyaz Zambaklar Ülkesinde bizlere bunları telkin ediyor.
Eserin en güzel bölümlerinden biri de, askeri kışlaların nasıl bir halk okulu olduğunu anlatan kısımlardır. Bu bölümler bizim için baştan sona bir program modelidir. Birçok köyde daha uzun yıllar öğretmen bulundurmak imkânını elde edemeyeceğiz. Onun için köylümüz temel eğitimini kışlalarda alacaktır. Finlerin kışlalarına soktukları ruh, aynen bizim ideallerimizi de yansıtıyor. Kitabı okuyup bitirdikten sonra çevredeki toprak köyler yıkılıp gidiyor. Her şeyden ancak alay etmek niyetiyle, eğlenmek için söz eden, ruhsuz, bencil tipler yanınızdan uzaklaşıyor. Yalnız halk sevgisini, yurt aşkını duyuyorsunuz. O zaman Beyaz Zambaklar Ülkesinde’nin ne demek olduğunu anlıyorsunuz.”
Peki, söz konusu eserin Balkanlar’da ve Türkiye’de böylesi bir ilgiyle karşılanmasını, hatta ‘birdenbire’ bir yangın alevi gibi bütün toplumu sarmasını nasıl açıklayabiliriz?
Eserin Balkan ülkelerini ve Türkiye’yi etkisi altına almasının ve özellikle de birkaç yıl içinde (ki bu yıllar aynı zamanda okuma yazma oranının pek de yüksek olmadığı 20’li, 30’lu yıllardır) onlarca kez baskı yapmış ve yüz binlerce adet satılmış olmasının ortak tarihsel bir nedeni olmalıdır. Bulgar, Makedon, Sırp ve Türk aydınları, özellikle de kitabın yaygın bir şekilde dağıtılmasını öneren ve örgütleyen bürokratlarımız, bu kitapta dile getirilen ideallerin aynı zamanda kendi idealleri olduğunu hemen anlamışlardır.
Finlandiya gibi bataklık ve granitten oluşan küçük bir ülkenin kısa süre içinde uygar bir topluma dönüştürülmesi, modernleşme hamleleriyle başarı üstüne başarı kazanması, söz konusu ülkenin yöneticileri ve aydınları arasında yoğun bir coşkuya neden olmuştur. Çünkü kalpler aynı idealler için çarpmaktadır.
Finlandiya ve Snellman (Beyaz Zambaklar Ülkesinde) örneği, Türkiye ve Balkanlar’da arzulanan toplumsal ve siyasi amaca nasıl ulaşılacağını da göstermektedir. Bunun yolu, her alanda yararlı ve gerçek projeleri uygulamaktan geçiyordu. Daha doğrusu, söz konusu siyasal ideali bir roman kurgusu içinde betimleyen Petrov, gelişmekte olan yoksul ülke devrimcilerinin ve bürokratlarının zihnini uyandırmış, yüreğine dokunmuş, ruhlarını şahlandırmış ve azimlerini bir kat daha artırmıştır.
***
Beyaz zambaklar Ülkesinde Fin kalkınmasının özverili bir halk doktoru için şu cümleyle bitiyor: “Milletin sağlığı için çalışıp didinen büyük kahramanın adı sonsuzluğa kadar övülsün”.
Ben, sen, o, biz, hepimiz ise “Ulu Önder”e şöyle seslenmeliyiz: “EY, MİLLETİNİN BAĞIMSIZLIĞI İÇİN SAVAŞAN BAŞKUMANDAN, CUMHURİYETİ KURUP HALKINA EMANET EDEN CUMHURİYET MİMARI, MİLLETİNİ AYDINLATAN BAŞÖĞRETMEN, YURDUNU KALKINDIRAN BÜYÜK İKTİSATÇI, HUKUK VE ADALETİ MODERNİZE EDEN ULU ÖNDER, ANADOLU TOPRAĞINI İŞLEYEN BAŞÇİFTÇİ AZİZ HATIRAN ÖNÜNDE SAYGIYLA EĞİLİYOR, ŞÜKRANLARIMI SUNUYORUM”
* Kitap bir yönüyle modern bir ulusun ve devletin yaratılış efsanesidir. Aslında burada bir düş ülkesiyle karşı karşıyayız. Yazar bize bir tür “ütopyadan” haber getirmektedir.
Bu düş ülkesinin yaşama geçirilmesini ülkemizde Mustafa Kemal Atatürk ve dava arkadaşları başarmıştır.
- Muhsin DURUCAN