DİKKAT GENÇLER!
Bu yazı Akın Gazetesinde başladı. Bundan iki ya da üç ay önce Matbaa’da Prof. Dr. Eşref Adalı, Abdullah Sinan ve ben bir konu üzerinde sohbet ederken bir genç basılı davetiyelerini almak için geldi. İşyeri açıyordu. İşyeri açılış davetiyelerinden birer adet bizlere verdi. Davetiyeleri alır almaz şaşkınlığımı koruyarak, Türkçe isim yok mu? Dedim. Eşref Hoca’da şakayla karışık ‘bunu ben bile çözemedim’ diye söyledi. Abdullah Sinan ise ben de hatırlatmıştım dedi. Genç kapıdan çıkmadan önce gayet bilgiç bir tavırla ‘Google’’a girerseniz bulursunuz deyiverdi. Şaşkınlığımız bir kat daha arttı. Yabancı isim verilince biraz daha mı havalı oluyor, nedir anlayamadım?
Oldukça gerilere gittim. 1986 yıllarıydı. Koç Grubunun isteğiyle, Amerika’da bir süre kalmıştım. Bu arada iş teklifi gelmişti, kabul etmemiştim. Tekrar düşün dediklerinde, ne düşündüğümü zaten söylemiştim diye yanıt verdim. Bunu duyan üniversiteden sınıf arkadaşım, hemen itiraz etti. Ne yani Amerika’dan iş teklifi gelecek, sen de reddedeceksin öyle mi? Diye konuşmuştu. ‘Ben olsam bir saniye bile durmam’ demişti. Bu arada; George Washington Üniversitesinde doktora yapan bir arkadaşım Fatih’le bir gün geçirmiştim. Kaldığı yeri, yaşadığı çileyi, zorluklarını anlatmaya kelimeler yetmez! Başka ülkede ikinci sınıf vatandaş olacağıma, kendi ülkemde birinci sınıf vatandaş olurum, demiştim. Evet o yıllarda vardı, yurtdışı ve yabancı dil ilgisi. İnsan sadece kendine bakmamalı, yabancı ülkeleri görmeli, öğrenimde yapmalı, yabancı dil de öğrenmelidir. Hiçbir itirazım yok. En azından öğrendiklerini insanlık için kullanır, memleketinde de faydalı olur. Yıllardır gözlediğim; yurt dışına gitme, yabancı dil öğrenme teşvik ve özentisinden vazgeçilememişti. Böyle alıştırılmıştı, Türkçe düşünmek olamazdı! Yabancı gibi düşün, yabancı gibi yaşa! Peki, Atatürk’ün öğütleri, bağımsızlık ve güçlü olma anlayışı nasıl hayata geçirilecekti. Lafta mı kalacaktı? Beynin içsel ve dışsal dikkat devreleri vardır, işlevleri farklıdır. Sadece dışsal dikkat devreleriyle sağlıklı benlik gelişemez. Başkasına bağımlılık gelişir, kendi benliği körelir. İkisi dengeli çalışmalıdır. Son yıllarda yapılan araştırmalar da Türkçe’nin çok eski bir dil olduğu konusuydu. Bunu; Dil ve Karar kitabımda, Türkçe bütün dillerin anasıdır, diyerek araştırmacılara kapı aralıyorum. Ayrıca yine son araştırmalar da gösteriyor ki; ana dili ile beyinde bağlantılar oluşturulmaz ve beyin devreleri kurulmaz ise düşünce ve yaratıcılık oluşmuyor, bilme gerçekleşmiyor. Bağlantılar kurmadan, bilmek için Google’a başvurursan sadece malumat elde ediyorsun ve bağımlı oluyorsun. Bunu da Bağlanma kitabımda anlattım.
Yakın zamanda S.D.Ü’nün araştırması dikkatimi çekti. Yurtdışına ilgi büyüktü, araştırma hala bu ilginin sürdüğünü gösteriyordu. Hürriyet gazetesinde Prof. Dr. İlber Ortaylı’nın yazısında da bu konu bahsediliyordu. Yine gerilere gittim. Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu’nun ‘Dilim Dilim Anadilim’ kitabında anlattığı gibi, kendimizi alt seviyede görme anlayışı vardı. Bu algı uzun yıllardır yerleştirilmişti. Halbuki Türkçe, medeniyet diliydi, ayrıca beyin yapısına uygundu. Biliyoruz ki beyin tasarrufu sever. Üstelik medeniyet ve uygarlık konusunda, teknoloji kullanımın da gördük ki hiç de geri değiliz. Seksenli yılların sonuna doğru; Almanya’da bilgisayar mühendisliği öğrenimi gören Zeliha adlı bir yakınım, Chrysler’de yönetici iken yanımda staj yapmıştı. Kurulan sistemleri ve kullanılan teknolojiyi görünce, Almanya Türkiye’den geri galiba demişti. Yakın ve uzak çevremden gözlemlediğim, yurtdışına gidenler pek de az değildi. Üstelik gidenlerin bir kısmı orada kalıyordu. Niye kendi ülkelerine dönüp, faydalı olmaya çalışmıyorlardı? Bazen şaşırıyorum! Türkçe dil konusunda çalışmalarıyla bilinen Prof. Dr. Eşref Adalı ile dün konuşurken; Hoca espriyle karışık, ‘yabancı gelin aşamasından sonra, yabancı damat aşamasını bitiremedik, galiba’ deyince, öylece kala kaldım. Hemen aklıma geçen sene mağazaya gelen tanıdığım bir kişi, çocuğunun yıllarca önce Çin’e gittiğini, orada kaldığını ve evlendiğini, çok mutlu olduğunu anlatıyordu. Artık orada kalacaktı, dünya vatandaşıydı. Hayırlısı olsun dedim ama açıkçası ben ise mutlu olamadım! Hemen Konfüçyüs aklıma geldi; ‘Eğer dil kusurlu olursa, kelimeler düşünmeyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken işler doğru yapılmaz. Ödevler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. İşte bunun içindir ki hiçbir şey dil kadar önemli değildir’, sonra Orhan Seyfi Orhon’u hatırladım,
‘Madem birsin birlik olsun
Dilde dinde milliyette
Murat ette dirlik olsun
Baştan başa cemiyette’.
Uzun uzun düşündüm! Pek biz ne olduk böyle? Yazı Akın gazetesinde başladığı için, bu sonun cevabını Akın gazetesi okurlarına bırakıyorum. Konuyu, Dil ve Karar kitabımdan bir alıntıyla noktalıyorum. ‘Söze ‘bil’ diye başlasak, hemen aklımıza bilgi, bilgisayar, bilim, bilimsel, bilgiç gelir. Sonra Bilge Kağan’ı hatırlarız ama Fransızca kont, dük aklımıza gelmez. Bunu da nereden çıkardık? Fransızca ‘compte’ kont, ‘escompte’ indirimdir. Hem Fransızca, hem de İngilizce ‘science’ bilimdir. ‘Count’ İngilizce saymak demektir. Fransızca ‘compter’ de aynıdır. Fransızca ya da İngilizce ‘computer’ bilgisayardır. Bunlar nereden aklımıza geldi? Bilmekten! Sanki bilmece gibi oldu. Dil ve kavramlar bir bütündür, beynin bağlantısallığı ile ilgilidir ve düşünüş ve karar verme şeklidir. Sözümüze bilmekle başladık, Prof. Dr. Turan Yazgan hocamızın sözüyle bitirelim. ‘Yabancı dili ne kadar öğretirseniz öğretin, düşünme dili haline getiremezsiniz. Dil; düşünmenin, aramanın, bulmanın ve çözmenin vasıtasıdır. Yabancı dil ise bilgiye ulaşmanın vasıtasıdır’’. Saygılarımla.
- Ali Taş