BÖLÜM - 27
KARÇINZÂDE’YE GÖRE ESKİ ISPARTA(1)
Söyleyeceklerimizin ana kaynağı 1907’de Eğirdirli Karçınzâde Süleyman Şükrü’nün bastırmış olduğu Seyahatü’l Kübra (Büyük Seyahat) adlı eseridir. Eserin gezi notları arasında “Hamidâbâd” bölümü eski Isparta’yı 1800’den 1900 başlarına kadarki özellikleri ile buluyoruz.
Karçınzâde’ye göre 1890 yılı itibariyle şehrin ortasından Andık Deresi ile Gökçay Deresi adında iki dere var. Şehir bu iki derenin çevresinde kurulu olup 1890 yılında Isparta’nın nüfusu 13.000 (on üç bin).
Değerli okuyucular düne kadar Ispartalıların çoğunun dişlerinde siyahlıklar vardı. Bu siyahlığın şehrin içme suyu olarak kullanılan Andık ile Gökçay sularında bulunan flordan kaynaklandığı anlaşıldı. Çünkü flor tıbben kemiklerde kararmaya neden oluyor. Zira suda bulunan flor miktarı fazla olursa dişlerin, kemiklerin kararmasına sebep olan floris hastalığı meydana geliyor. Karçınzâde, Ispartalılarda görülen diş kararmalarını buna bağlıyor. Geçen zaman içinde şehre başka kaynaklardan bağlanan sularla şimdi Ispartalılarda diş kararması yok denebilecek noktada.
1800 sonlarında Isparta’nın, merkez dahil, dört bir yanı hep yeşillik ve mesireliklerle dolu. Geniş bağlar ve bahçeler üzüm asmaları ve meyve ağaçları ile dolu. Kısaca başınızı nereye çevirirseniz hep yeşilliklerle karşılaşıyorsunuz. Fakat şimdi öyle mi? Elbette değil. Söylemeye çalıştığımız o bağ ve bahçelerin yerini şimdi yüksek yüksek binalar aldı. Yani Isparta’nın düz ovasında betonlaşma hızlı bir şekilde yol alıyor. Dolayısıyla Isparta, Karçınzâde’nin söylediği otantik görünümünden gün geçtikçe uzaklaşıyor.
Ancak şehrin dışına doğru çıkarsanız bağlık bahçelik alanlar kendilerini koruyor ve buralarda tarım ve meyvecilik yapılıyor.
Karçınzâde’ye göre halkın birinci derecede geçim kaynağı tarım. Bunun yanında dericilik çok gelişmiş. Ayrıca ayakkabı imalatında da ustalaşmış. Isparta, Ayakkabıcılar Sitesi’ndeki ayakkabı ustalarıyla bu geleneğini hâlâ sürdürüyor. Sitede bir taraftan ayakkabı imal ediliyor diğer taraftan bu ayakkabılar satılıyor. Eserde anlatıldığına göre eskiden nalçalı battal kunduralar varmış. Bu kunduraları giyen erkekler ayakkabının ökçesinde bulunan nalça seslerinden çok hoşlanırlarmış. Her adım atışta çıkan, “tak, tak” sesleri erkeğe ayrı bir güven verirmiş. Artık bugün Isparta’da nalçalı ayakkabı giyen yok ama günümüz bayan ayakkabılarının topuklarından çıkan “tak,tak” sesleri gelenin bir bayan olduğunu anlatmaya yetiyor.
Isparta denince sık sık dile getirdiğimiz halıcılık ve kilim dokumacılığı Karçınzâde’ye göre1800’lerde başlamış. İlk dokuma ürünleri de çulha denilen türden. Halı ve kilim dokumacılığının her eve girdiği dönemlerde şehir halkı ekonomisine katkıda bulunurken şu yaşadığımız tarih itibariyle makine halısı dediğimiz fabrika halıları sebebiyle Ispartalı halı işini bırakmış durumda.
Eserde Ispartalı kadınların ve genç kızlarımızın el ürünü olan iğne oya ve nakış işlerinden de bahsedilmiş. O zamanlar bu işler pek yaygınmış ve iğne oyası ve nakış işi olmayan gelin adaylarına pek itibar edilmezmiş. Yastık, çarşaf; yatak örtüsü, masa örtüsü ve oya işlerinde eline su dökülmeyen Ispartalı kadın ve genç kızlarımız artık göz nuru dökmekten uzaklaşmış ve bunların da hazırlarını almaya başlamış olduğundan oya ve nakış sanatı da gerilemeye başlamış bulunmakta.
Eskiden Isparta’da halkın giydiği elbiseler de değişik değişikmiş. Kimin yerli halk kimin Rum ve Ermeni olduğunu anlamak için giydiklerine bakmak yeterli imiş. Karçınzâde kimlerin nasıl elbise giydiklerini Seyahatü’l Kübra adlı eserinde uzun uzadıya bahsetmekte. Bugün ise hem erkeklerimizin hem kadın ve kızlarımın giydikleri belli ve genelde ortak giysiler.
Aynı eserde Isparta tarımından da söz ediliyor. Her yanı bağ ve bahçelerle dolu Isparta’da karnıkara (börülce), taze fasulye, kum darı, nohut, çavdar, buğday, arpa, bamya, badılcan (patlıcan), domates, patates, pırasa, kabak; sultani kiraz (yarısı beyaz yarısı bembe), kiraz, kış elması, her cins erik, armut, 36 çeşit üzüm, badem, kayısı ve kestane bolca üretilirmiş. Bugün elmalar farklı. Küçük kış ve demir elmaların yerini kökeni Avrupa kaynaklı iri elmalar aldı. Artık o eski görkemli kestane ağaçları yok, acımasızca kesilip yok edilmiş. Büyük Findos (Büyük Gökçeli) ve Ayazmana‘da eskilerden kalma az miktarda kestane ağacı varsa da eskisi gibi çok değil.
Ispartalılar bugünkü gibi yeme içmeye eskiden de düşkünmüş. Sofralar eskiden nasıl zenginse bugünde aynı zenginlikte. Çünkü Ispartalı ev hanımlarımızın mutfak marifetlerini saymakla bitiremeyiz. Çorba, ana yemek, pilav ve tatlı sofralarımızın vazgeçilmezlerinden. Tatlı eskiden ağırlık olarak düğün ve bayramlarda yapılırken günümüzde her zaman mevcut. Evin genç kızları mutfakta annelerinin yanından ayrılmaz ve yemek çeşitlerini ve onlara nasıl lezzet verildiğini yakından takip ederdi. Daha sonra gelin gittiği evde de kayınvalidesinden ayrı ve yemekler ve lezzetler öğrenerek sofrayı zengin hale getirirdi. Bugünde aynı azim Ispartalı kızlarımızda devam ediyor. Ayrıca bu yemeklere adet ve geleneklerden gelen tatlar da katıldığı için Isparta mutfağı ve sofrası daima zengindir. Hele kabunne dediğimiz etli pilav sofralarımızın olmazsa olmazlarındandır. Eskiden olduğu gibi bugün de kabunne Isparta’nın kendine özgü has yemeğidir.
Değerli okuyucular Seyahatü’l Kübra’da bahsedildiğine göre on üç binlik Isparta’da bir adet Ziraat Bankası ve bir adet Osmanlı Bankası varmış. Ayrıca bir ortaokul, birkaç ilkokul, yedi medrese, altı yüz cilt Arapça kitaba sahip bir kütüphane, on altı cami, sekiz Rum ve bir Ermeni kilisesi varmış. Günümüzde onlarca eğitim kurumları varken artık medrese eğitimi yok. Onların yerine din eğitimi veren İmam Hatip Okulları var. Şehrimize 1992’de kurulan Süleyman Demirel Üniversitesi ve buna bağlı olarak birçok meslek yüksek okullarımız var. SDÜ Türkiye’de sayılı üniversiteler arasında yer alarak Isparta’nın gururu olmayı sürdürüyor.
(1) Karçınzâde Süleyman Şükrü 1865 Eğirdir doğumludur. 1902 tarihine kadar sağ olan Karçınzâde’nin nerede ve hangi tarihte öldüğü bilinmiyor. 21 yaşında memuriyete başlayan Süleyman Şükrü, Eğirdir posta idaresine girerek Osmanlı Devleti’nin birçok yerini gezme imkanı bulmuş ve gezip gördüğü yerleri Seyahatü’l Kübra (Büyük Seyahat) adlı eserinde anlatmıştır.
- İlhan ŞİMŞEK