BÖLÜM-23
ESKİ DEĞİRMENLER
Değirmen denilince edebiyatla ilgilenenlerin veya roman okuyucularının aklına Sabahattin Ali’nin “Değirmen” hikayesi gelir. Bu hikayede tek kolunu değirmen çarkına kaptırıp kolsuz kalan değirmenci genç ile ona aşık olan bir kızın hazin dünyası anlatılır.
Yine bu alanda İspanyol Yazar Cervantes’in romanı “Don Kişot” unutulmaz eserler arasında gelir. Hayal dünyasında insan zihnini aşan maceralarıyla okuyucuyu oradan oraya sürükleyen roman, klasik eserlerin başlarında gelir.
Ayrıca Fransız Yazar Alphons Daudet’nin “Değirmenimden Mektuplar” da okunması gereken eserlerden biridir.
Yukarıda görüldüğü gibi yazarların eserlerine konu olan değirmen, kaybolmakta olmasına rağmen Isparta için maddi bir kültür unsurudur. Bu nedenle otantik havasını koruyan değirmenler ilgi ile izlenen kültür mirasımızın kalan tarihi yüzüdür.
Isparta’da harman zamanı tarladan kalkan ekinler, yaz sıcağının alnında emekçi kadınlarımız ve erkeklerimizin çalışmaları ile sap ve tanesinden ayrılırdı. Sapından ayrılan taneler çuvallara doldurulup evlere getirilirdi. Kış yaklaştığında buğdaylar su değirmenlerine götürülür ve orada un haline getirilirdi. Makineleşmenin olmadığı dönemlerde eşeklerle veya at arabalarıyla değirmene giden buğdayların arkasında koşan Ispartalı ayrı bir heyecan yaşardı. Özellikle harman yerinde çoluk çocuk tüm aile başka bir dünyanın insanı imiş gibi acıyı unutur harman yerinin zevkini çıkarırdı. Çocuklar samanların üzerinde oynarken büyükler de sıcak çaylarını yudumlayarak yorgunluklarını atardı. Eve yorgun argın dönenenler, akşam ezanından sonra yatağa düşer sabaha kadar deliksiz uyurdu.
Evlere getirilen buğday çuvalları kış yaklaşırken su değirmenine götürülür ve buğdaylar un haline getirilirdi. Su değirmeni yirmi dört saat hizmet ederdi. Değirmende çalışanların elleri yüzleri bembeyaz olur, çalışanın kim olduğunu bilemezdiniz. Un çuvalları tekrar eşeklerle veya at arabalarıyla evlere getirilir ve evin nem almayan bir yerine konurdu.
Kaybolmaya meydan okuyan su değirmenleri yukardan düşen suların değirmen çarkını döndürmesi ile çalışırdı. Su çarkına bağlı mil, değirmenin içindeki değirmen taşı kolunu çevirirdi. Değirmen taşları üst üste yerleşik iri iki tekerden olup bu tekerler sert kayadandı. Üst tekerin ortasından dökülen buğdaylar iki taş arasında ezilir ve un haline gelirdi. Bunlar, evlere götürülür ve ev ekmeği (yufka) yapılmak üzere zamanını beklerdi.
Su değirmenlerinden başka bir de ev bulguru yapmak için taş el değirmenleri vardı. Hemen hemen her Ispartalının evinde bulunan bu değirmen yine iki küçük sert taştan oluşurdu. Üst taşın ortası buğday tanelerini atmak için delik olur ve el çevrilmesi için çevirme tutanağı yine üst taşta yer alırdı. Daha önce bir güzel yıkanan buğday güneşe serilir ve kurutulurdu. Bunlar tam kurumaya uğramadan toplanır ve Isparta’nın her mahallesinde bulunan dibeklerde (bazı yerlerde soku) “tokmak” denilen sağlam odundan yapılmış tokmakla dövülerek kapçıklarından ayrılırdı.
Kapçıklarından ayrılan buğday taş el değirmeni ile küçük parçalara ayrılarak bulgur haline getirilirdi.
Eskiden Isparta’nın alt kültürünü oluşturan değirmenler bugün anılarda kaldı. Onun yerini sanayileşme ile gelen un fabrikaları aldı. Önceleri yufka ekmek sofralarımızı süslerken bugün un fabrikaları nedeniyle çarşı ekmeği revaçta.
- İlhan ŞİMŞEK