İÇ SULAR KAPTANI ALİ DEMİRAL’IN SEYİR DEFTERİ…
Zeki TARHAN – ANKARA
Onuncu Bölüm
Beyşehir Gölü’n de kayboluş öyküsü…
1991’de cep telefonlarının olmadığı yıllar… Genelde soğuk ve sisli olan Ocak ayında, aylık bir hafta bölgedeki misafirhanelerde yatılı, rutin proje çalışması için, Biyalog merhum Mehmet kazan,teknisyen merhum Şevki Yıldırım, şoför Mehmet Gedik ve ben kaptan Ali Demiral'dan oluşan ekiple, Fele köyü bölgesinden göle açılıyorduk… Soğuk ama, açık ve az bulutlu havada, AĞLARIMIZI; göldeki, üzerinde Yörük köyü olan Mada (=Kazak) adası civarı 8.istasyon ile Karayaka ve Ördekçi köyü hizalarındaki 9.istasyona serdik…
***
Ertesi gün, bölgeye sabah erken saatlerde ağlarımızı toplamaya geldiğimizde,hava soğuk, görüş mesafesi 50 m civarı yoğun sisli ve işimiz de çok!!!
Ekip şefimiz, günlük çalışmalarımızın çok yoğun olması, ağlarımızı çekip ölçümler yapıldıktan sonra, gün içerisinde 10 ve 11. İstasyonlara da “AĞ SERME” işimiz olduğundan, “bu havada göle çıkılmaz kayboluruz” ısrarlarımıza rağmen, yakındaki kıyıdan görülebilen bir balıkçı şamandırasını bizim şamandıra diye işaret ederek, göle açılmamızın kesin talimatını verince; (=Rabbim her ikisine de gani gani rahmet eylesin) kendisi ve Teknisyen Şevki ağabey ile birlikte göle açıldık…
***
Amacı; şamandıranın bizim olmadığını ikna etmek ve geri dönmek olduğu için, kaybolmayalım diye, bir gözüm kıyıda ama, daha şamandıraya gelmeden kıyı gözden kaybolmuştu!!! Hemen döndüm ama, nafile!!! Maalesef, takip edip durduğum kıyıya gelememiştik!!!
***
…Ve maceranın ikinci aşaması da, istemeyerek başlıyordu… Tekne motor / yakıt deposu 20 litre dolu… Bir de 5 litrelik dolu yedek yakıt bidonumuz var. 20 ila 40 metre ilerideki kıyıya gidiyoruz… Ama kıyı yok!!! Karadaki şoför arkadaşa sesleniyoruz… Sabahın erken saatleri ve soğuk olduğundan araba içinde ve kalorifer sesinden bizi duymuyor…Civardan bir cevap veren de olmayınca, kendimizi “Allah’a havale edip gidiyoruz kıyamete” hesabı kıyı arıyoruz…
***
Ağabeylerime kaybolduğumuzu, dümeni herhangi bir kıyıya çıkmak için sabitlediğimi, teknenin yön değiştirmemesi için de hareket etmeyip sabit kalmalarını hafiften anlatmaya çalışıyordum... Ve bende korku belirtileri başladı… Biraz korkmuştum tabii, ama belli etmiyordum… Birazdan bir kıyı bulup, ateş yakar ısınırız ümidi veriyorum ama, 20 litre benzin bitti, kıyı halâ yok!!! Oysa o kadar benzinle neredeyse gölün öbür ucuna varılır, ama biz dümeni sabitlememize rağmen kıyıyı bulamıyorduk… Hepimiz de sonucu boş çıkan, farklı farklı seraplar görüyorduk ve soğuk ta içimize işlemiş durumda… Dikkatle, kıyılardan herhangi bir ses duyar mıyız ümidi ile pür dikkat kesiliyoruz… Ama, karayolu bölgeye uzak olduğundan, yakında olan ama göremediğimiz çok sayıdaki ördeklerin, koro halindeki seslerinden başka ses yok!!!
***
Beyşehir gölünün büyük ve karayolunun uzun olup, çalışma açısından genel zorluğu olduğundan herzaman, zamanın eski ve çok yakıt tüketen LANTROVER marka aracımıza yedek yakıt bidonu alırken, tekne içinde yedek taşıdığım benzini kullanmaya başladık, malesef o benzinde bitmek üzere ve çaresizlikten sırayla kürek çeker hem biraz olsun ısınırız ve ikindi soğukları başlamadan Allahın izni ile bir kıyıya çıkarız diye düşünürken, sesiz ve sabit durmaya çalışan Şevki abi birden ayağa kalkarak durdur motoru bir ses var demezmi,bendeniz eyvah yine serap gördü tekne yönü yine değişti diye üzülürken, battı balık yan gider hesabı moturu stop ettim.
***
Ve Mutlu Son.
Verilmiş sadakamız varmış misali gibi Rabbim bizi, önce Beyşehir gölünü hafife alıp teknede bir pusula taşımamanın cezasını verip, sonra çok şükür ki karaya kavuşturmuştu… Şevki ağabeyin, teknenin ön tarafında olması sebebiyle, motor sesinden daha az etkilendiği için, duyduğu ses doğruymuş. Anladık ki; biz kıyıya paralel olarak, çok yakınmışız ve orada bulunan bir çoban, bizi görmese de, motorunun sesi duyulan şu balıkçı teknesi ıslığını duyarda kıyıya yaklaşır, belki yakından tanıdığı da çıkarsa, daha önceden gölde vurduğu bir kara meke’yi alıverir ümidiyle, bir kez çoban ıslığı çalmış, motor stop edince Şevki ağabey, yüksek sesle; “Hemşeriiim nerdesin???” diye bağırdı ve çok yakından bir ses; “Burdayım abey, şu “meke” yi bi alıve be!!!” demez mi?!!!
İşte o an, hepimizde tarif edilemez sessiz bir sevinç gösterisi halleri...
***
Hemen kürekle sese doğru ilerleyip, önce çok özlemini duyduğumuz karayı, sonra çobanı ve işaret ettiği yerdeki kara “meke” yi görerek alıp, karaya ilk önce ayak basan Şevki ağabey çobana; “…Kardeşim, bizim hayatımızı kurtardın” diye defalarca haklı olarak sarıldı ve gün boyu açılmayan yoğun sisten dolayı kaybolduğumuzu ve; “Biz neredeyiz?!!!” diye bölgeyi sorunca, 9.cu istasyon hizasındaki Karayaka köyü yakınlarında olduğumuzu anlamıştık.
***
Çok şükür kurtulmuştuk ve çobana minnet ve şükranlarımızı sunarak vedalaşıp tekrar tekneye biniyorduk… Bu kez, kıyıyı beş on metre uzaklıkla, paralel bir şekilde takip ederek, ikindi vaktine yakın bir zamanda, aracımızın olduğu yere ulaşmıştık…
Tabi bizi, iki saat aralığında geri dönmemizi bekleyen şoförümüz de çok endişelenmiş, durumu civardaki rastladığı balıkçılara ve köy muhtarına haber vermiş ama, yapacak bir şey olmadığından çaresizlik içinde yakında bulunan balık lokantasında beklemiş…”Şimdi gelirler, hem ısınır hem acıkmışlardır” diye balık pişirip çay da demlemişler… Bu da ayrı bir mutluluk yaratıp, uyumlu bir ekip ruhunun ne denli önemli olduğu gerçeğini anımsatıyordu… Bir günlük gecikme ile görev tamamlanmış ve kuruma geri dönmüştük.
***
- bölümde;
BEYŞEHİR GÖLÜNDEN ALINAN DERS NE İDİ?!!!