ÖLÜMÜ ÖLDÜREMİYORSAK EĞER…
“...İşte günlerden bir gün Elâgözlüm,
Yeni bir başlangıçla bitecek ömrümüz.
Amenna ve Saddakna,
Bari hoşça geçse günümüz...
Hangisine tasa edeceğiz, şaştık.
"Ölüm derdi, kalım derdi" derken
Dimyata pirince giden misali,
Yolun ortasına ulaştık...”
demiş Turgut Uyar “Ölüme Dair Konuşmalar” şiirinin bir bölümünde..
Mart 2020’den bu yana hayatlarımızın en önemli kavramı Covid 19 ve diğeri de her gün saymakla bitmeyen ölen sayıları.. pek çoğumuz için bu tanışıklık en sevdiklerini kaybedince başlamışsa da toplum olarak normalleştirmeye başladık ölümü… Sağlık sistemini ne kadar geliştirsek de bilimsel devrimler yapsak da ölümü öldüremediğimiz ortada ve hayatı bu gerçeklik izinde daha anlamlı kılmaya çabalamamız gerektiğini anlıyoruz.
Geçtiğimiz günlerde Lancet Ölümün Değeri Kurulunun (Lancet Commission on Value of Death) raporunu okudum. Bilimsel gelişmeler doğrultusunda doğaya hakim olduğunu düşünen insanlık için doğanın bir parçası olduğunu ve doğal döngüde yaşama devam ettiğimizi yeniden hatırlatan bir rapor. Sağlık sistemlerinin gelişmişliği her ne kadar yaşamın niteliği konusunda gelişim sağlamış da olsa ölüm gerçekliğinden uzaklaştıran bir unsur olarak yer alıyor hayatımızda. O nedenle ölümle ilgili beklentilerimizi ve ilişkimizi dengelemek ve değiştirmek için yeniden düşünmeye ihtiyacımız var. Raporun sonuç bölümü bu konuda anlamlı geldi bana: ölüm ve ölmek sadece normal değil aynı zamanda değerli kabul edilmeli.. Bu değeri farklı alegori ve işleyişle dile getiren Jose Saramango 2005 yılında kaleme almıştı “Ölüm Bir varmış Bir yokmuş” kitabını. İki bölümden oluşan kitabın ilk bölümünde yaşadığımız ülkede ölümün ortadan kalktığını ve böylesi bir durumda ortaya çıkabilecek kaosu ele alır. Sağlık sistemi, cenaze şirketleri, özel sağlık sigortaları, dini kurumlar ne yapardı bu durumda.. Ölümü bekleyen ve dahası isteyenlerle ölümden kaçanlar ne yapar? Çevre ülkelerden ölüm tedarik etmek üzere türeyen mafya örgütlenmeleri neler yapar? Böylesi bir dünya insanlara sunulduktan sonra romanın 2. bölümünde ölüm geri döner ve ancak ve ancak bu sefer insanlara öleceğini bir hafta önceden haber vererek. Adı olmayan bu ülkede ölümün haberini alanlar ve bekleyenler yeni bir kaosa yelken açılır... her iki durumda da – ölümün varlığı ve yokluğunda da- değişmeyen şeyler vardır: yönetenlerin insanlara ve insanların birbirine olan zalimliği, din sömürüsü, insanların bencilliği ve ikiyüzlülüğü..
Çok yabancısı olmadığımız kavramlar bunlar. Ölümün varlığını bildiğimiz halde zulmediyoruz, haksızlıklara ve adaletsizliklere göz yumuyoruz, birbirimize zarar veriyoruz ve işte tüm bu ikiyüzlülüğü normalleştiriyoruz aslında... yeniden yazma serüvenime neden mi ölümle başladım? Bununla yüzleşince acının ne olduğunu bildiğim; sevdiklerinizin ve hayatın kıymetini bilmenizi ve içini güzelliklerle doldurmanızı hatırlatmak için... Sağlıcakla kalın….
Hande ÖZDAMAR TIĞLI