ŞEHİRBAN DEMİRBAŞ
MARTI
(6.BÖLÜM)
Kendimden kaçtığımı hissediyorum. Bunu hayatım boyunca yaptığımı yeni yeni fark ediyorum.
Onca zaman sana ‘’seni sevdiğimi’’ söylememiş olmanın pişmanlığını neşter yarası gibi kabullenilmez bir acıyla yaşıyorum. En çok da bunu o zaman zarfında farkına varamamış olmanın acısıyla, geç kalmışlık korkusuyla yaşıyorum…
Bu ne büyük bir sızıdır ki acısını tarif etmem mümkün değil...
Bir insan sevgiden neden kaçar? Bunu düşünmek için burada çok zamanım oldu.
Korktum. Evet korktum Süreyya. Ben hayatım boyunca sevgiden sevilmekten ve en çok da sevmekten korktum. Sevmeyi zayıflık olarak gördüm. Sevince kaybedecek bir şeyimin olmasından korktum.
Zannettim ki duyguların kabullenilmesi zayıflık ve acı getirir. Çünkü sevmeye ve sevilmeye uzak bir gezegende büyümüştüm.
Ben sevginin gösterilmesinin ayıplandığı bir ortamda büyüdüm Süreyya.
Babam kasabada herkes tarafından saygı gösterilen, bir dediği iki edilmeyen biriydi. Bu durum evde de devam ederdi.
Ev haklı etrafında pervane olur, her şey babamın istediği gibi yapılırdı. Kasaba halkı babama hürmet ederdi lakin babamın evde gördüğü hürmet daha çok etrafa yaydığı korku kaynaklıydı.
Çok yardımsever bir insandı. Elindeki maddi gücü insanların yararına kullanmaktan çekinmezdi.
Evde ise sevgisini göstermeyen bakışları sayesinde konuşmaya ihtiyaç duymadan ne istediğini anlatabilen bir adamdı.
Ne benim ne de ağabeyimin başını okşadığını hatırlamıyorum. Annem hayatı boyunca babamı memnun etmek için çabaladı durdu. Bize bir anne olarak sevgi göstermeye mecali kalmıyordu haliyle. Onlar da böyle yetişmiş ve görmedikleri sevgiyi göstermeyi de bilmiyorlardı.
Nitekim ben de bu eksiklikle büyüdüm.
Çocukken kasabada kunduracı Seyfi vardı. Benim yaşlarımda Rüstem adında bir de oğlu… Kasabanın en ileri gelen ailelerinden birinin oğluydum. Fakat ben Rüstem’i kıskanırdım Süreyya.
Neden biliyor musun?
Babası Rüstem’e sarılırdı. Onu öperdi. Sık sık başını okşardı. Ve ben bunların özlemiyle yanar tutuşurdum. Rüstem ile birlikte babasının dükkanına giderdim. Benim de başımı okşar, bana sorular sorardı.
Sevgi görmemiş biri için bunun ne demek olduğunu tahmin bile edemezsin. Babamın, annemin beni sevdiğini biliyordum ama bunu görmek ve hissetmek de istiyordum.
Kendim için korkuyordum. Daha o yaşlarda kendi geleceğim için endişe duyuyordum. Ya ben de babam gibi olursam?
Ben erken yaşta okul bahanesiyle evden ayrıldım ama kendimden, babamdan, özümden kaçamadım. Kaçmak istediğim şeye dönüştüm.
Sevmek nedir bilmiyorum.
Sevilmek nasıldır bilmiyordum.
Bilmek istemiyordum.
Sevgini gösterince, sevince kendime zarar gelecekmiş hissiyle büyüdüm. Ve ben büyüyünce tam da en çok kaçtığım kişiye, babama dönüştüm. Saygın bir işim oldu. Lakin sevgiye gelince, hep kısır döngüye düştüm.
Ta ki seninle karşılaşana kadar…
Benim sana olan duygularımın ne olduğunu anlamam bile aylarımı aldı.
İtiraf etmeliyim ki; Londra’ ya geldiğimde her şey çok güzeldi. Bu şehri ne kadar çok sevdiğimi bilirsin. İş teklifi geldiğinde ne kadar çok heyecanlanmıştım. Şirketin bana sunduğu imkanlar ve o daha çok saygınlığı bana getirecek olan kariyer basamaklarının yükselişi…
Londra’ya gelişimin üçüncü ayıydı.
Rutin ve sürekli akış halinde olan bir hayatım vardı. Bütün haftam hatta bir ayım planlıydı. İşe gidiyor, arada bir ofisten arkadaşlarla iş çıkışı bir yerlerde bir şeyler içiyor, haftanın iki günü spora gidiyordum. Hafta sonları mutlaka bir akşam dışarı çıkıp sinema ya da tiyatroya gidiyordum. Aşağı yukarı böyle bir rutinde hayatım devam ediyordu.
Seni düşünecek kadar boşluk bırakmıyordum hayatımda.
Çoğu akşam eve iş getiriyor, iş yoksa televizyon karşısında uykuya dalıyordum. Yani seni hayatımın hiçbir yerinde yoksun zannediyordum.
Ta ki bir gün öğle yemeği için ofisten çıktığımda caddenin ortasında duyduğum kokunun ‘’seni ne çok özlediğim gerçeğini’’ yüzüme vurana kadar.
Caddeye çıktığımda iki sokak aşağıda yer alan bir restorana gitmek için karşı tarafa geçmiştim. Kalabalıktı. Şehrin gürültüsü beyni duyarsızlaştıracak kadar yoğundu.
Rüzgar bana öyle bir oyun oynadı ki o an şehrin tek var olanı bendim, bir de rüzgarın getirdiği kokun. Bedenimdeki bütün sinirler, uçlarına kadar senin kokunla tekrar canlanmaya başladı.
Gözlerimi kapattım. Seni daha çok hissetmek istediğimi fark ettim. Etrafımda sürekli akan bir nehrin ortasında hakimiyetini ilan etmiş bir ağaç gibi hissediyordum. Dallarıma bahar gelmişti.
Gözlerimi açtığımda senin orada olmanı çok istediğimi fark ettim. O kalabalıkta gözlerim de ruhum kadar seni aradı Süreyya.
Kendimi toparlayıp duygularımı kontrol altına almayı başardıktan sonra şehre karışıp restorana doğru yürümeye başladım. Hem yürüyor, hem de kendimi çeşitli yalanlarla telkin ediyordum.
Bunun sıradan bir özlem belirtisi olduğunu, memleketten uzun zamandır uzak kalmış olmanın verdiği bir duygusallıkla hareket ettiğimi söyledim durdum kendime.
İnandırdım da.
DEVAM EDECEK....