ŞEHİRBAN DEMİRBAŞ
MARTI
(5.BÖLÜM)
Şu an kulaklarıma ‘’crying in the rain’’ şarkısı dokunuyor. Şarkı buram buram sen kokuyor. Gözlerimi kapattığımda seni görüyorum. Yağmurun altında, Akdeniz ile olan dansını… Sahi; o gün yüzünde beliren mutluluğun sebebi neydi?
Gerçek bir mutluluk muydu o hissettiğin?
Yoksa acının vücut bulmuş hali miydi? Seni en çok böyle durumlarda anlayamıyorum. Herkesten sakladığın gizli bir yanın var sanki. Öyle ki; bir çocuğun kendini en mutsuz hissettiği anlarda gidip saklanabileceği bir köşe, ya da kendini iyi hissetmediği zamanlarda gidip ruhunu korkusuzca özgür bırakabileceği bir uçurum gibi.
Sendeki hangisi Süreyya? Yaşamı bu kadar çok sevmenin altında hangi acı yatıyor?
Seninle çıktığımız uzun yürüyüşleri çok özlüyorum. Bir ağaca, herhangi bir insana, evrene olan merhametini, sevgini…
Bir çiçeği koparıp kendine yaklaştırmak yerine çiçeğin önünde diz çöküp onu koklayışını, başıboş bir köpekten korkmayışını, doğayla olan bağını, doğanın sana verdiği derin güzellikleri…
Hepsini çok özledim, özellikle de seni...
Evet sevgilim, senden ayrılırken bunların hiçbirinin farkında değildim. Bazen elindekinin ne kadar kıymetli olduğunu anlamak için onu kaybetmek gerekiyormuş. Şimdi tam da böyle bir kaosun içindeyim ve seni kaybettim.
Elimde sonsuz bir gökyüzü var ama içinde uçan bir martı yok.
Süreyya sana olan özlemimi, hasretimi tarif etmem imkansız. Tuhaf olan bunlar asla planlarımın arasında yoktu. Ben hayatımı hep planlı yaşamaya çalıştım, biliyorsun. Fakat şu an asla planlarımda olmayan bir rüzgarın beni, ilk kez gördüğüm sıcak bir sahile doğru sürüklediğini hissediyorum. Seni ne kadar çok sevdiğimi ancak anlıyorum. Önceleri alışkanlıktan kaynaklanan bir özlem olduğunu düşündüm. Daha sonraları bunun öyle basit bir şey olmadığını, bunun alışkanlıktan çok daha öte bir şey olduğunu anlamam ve kendime bunu itiraf etmem çok zamanımı aldı.
Seni düşününce şu yağan yağmuru bile seviyorum. Her bir zerresinde seni görüyorum. Hemen solumda asılı duran tabloda seni görüyorum. Caddede annesinin elinden tutmuş, yürüyen çocuğun gülümseyişinde…
Ben seni nasıl da fark edemedim. Oysa sen, benim hayatıma dokunmaktan öte benim hayatıma sarılmışsın.
Vurdumduymaz hallerini özledim. Biliyorum çok şikayet ediyordum bu halinden.
Aklına estiği gibi yaşamanı, bir planının olmamasını hatta bir B planının olmamasını doğru bulmuyordum.
Biliyorum.
Ben ertesi günü takacağım kravata kadar her bir adımımı planlayarak yaşarken senin tam tersi bir yaşama kendini bırakmış olman hem hayranlık uyandırıcı hem de tedirgin ediciydi benim için. O yüzden birlikte yapacağımız şeyler genellikle önceden planlanmış olurdu.
Ve senin için bunun aslında ne kadar zor bir durum olduğunu şimdi daha iyi anlıyorum. Sana vakit ayırmam için olanca gücünle uğraşmaların, toplantılarımın arasında bir soluk olmaya çalışmaların… Bunların kıymetini bilememiş olmak…
Gecenin bir yarısı ‘’haydi, kalk gidiyoruz’’ diyebilmenin özgürlüğünü tattırırdın bana. Her ne kadar benim için güç bir durum olsa da senin o enerjin ve benden bir hareket bekleyen ışıl ışıl gözlerini gördüğümde reddetmek imkansız olurdu.
Lakin senin ‘’hadi’’ lerini hayatımdan çıkardığımda hayatımda çok bir şey kalmıyormuş.
Şimdi anlıyorum ki; ‘’seni ‘’ hayatımdan çıkardığımda renklere dair pek bir şey kalmıyormuş aslında.
Seninle olmanın en güzel kısmı buymuş.
Çok geç anladım. Senin büyüne kapılmak, özgür yanım olmana izin vermek… Şah damarım olmuşsun zamanla ama ben bunu ancak seni kaybettikten çok sonra, nabzım yavaşladığında anladım Süreyya.
İnsan nasıl olur da bu kadar kör kalabilir anlayamıyorum. Kalbinin ritmini değiştiren bir kadını tam anlamıyla kabullenememişliğin acısını derin yaşıyorum.
DEVAM EDECEK....