EĞİRDİR GÖLÜ KEREVİT ÇALIŞTAYI’NDAN
DAMLALAR
İlhan ŞİMŞEK
(Özel Haber)
- Eğirdir
Gölü tarımsal ilaçlar yüzünden boğuluyor,
- Göle
sıfır noktasında tarım olmaz,
- Göl
miras olduğu kadar çocuklarımızın bize emanetidir,
- Devlet,
Su Ürünleri Fakültelerini gözden çıkardı;
öğrenci
kaydı yok,
- Kerevit
sekiz bin tondan üç yüz tona düştü,
- Plaque
(mantar) hastalığı kereviti bitirdi,
- Eğirdir
Su Ürünleri İstasyonu, kuluçka yöntemi ile
kerevitleri kurtarabilecek mi?
-
Eğirdir Gölü kerevite uygun mu?
29
Nisan 2014 Salı günü başlayıp aynı günün akşamına değin süren Isparta Barida
Hotel’deki çalıştayda hem kerevit hem Eğirdir Gölü akademisyenlerce masaya
yatırıldı. Çıkan sonuç kerevit ve Eğirdir Gölü için karanlık değil ama parlak
da değil. Ancak geleceğin ve çalışmanın anahtarı olan umut kapıları henüz
kapanmış da değil.
İşte
Eğirdir Gölü ve kerevit için umut ışığı, bu çalıştayın ana konusunu oluşturdu
ve “umut” bütün parlaklığı ile karşımıza çıktı. Su ürünleri akademisyenleri bu
konuda yeteri derecede kararlı ve üretici ile avcıların yüreklerine su serpen
çalışmalarını bütün hızı ile sürdürüyor. Hastalıkla mücadele; iç tüketimin
artırılması ve Türk vatandaşının kereviti bir besin maddesi olarak sofraya
taşıması; ihracatın artırılması ve kerevitin doğumundan ölümüne değin, yetişme yöntemlerine
değin her türlü konu bu çalıştayda öne çıkan önemli değerlerdi.
Türkiye,
1984-1985- 1986 yıllarında 8000 ton ile kerevit üretiminde söz sahibi iken
mantar hastalığından(veba) dolayı bu rakamı birden 300 tona kadar düşürüyor.
Türkiye hâlâ bu azlıktan kurtulmuş değil. Eski günler mumla aranıyor. Yapay
üretici sıkıntıda, doğal kaynaklar, Eğirdir Gölü, Beyşehir Gölü gibi,
sıkıntıda.
Eğirdir
Göl’ünde durum Türkiye geneliyle aynı. Son istatistiklere göre 1986 yılına
gelinceye değin Eğirdir Göl’ünden çıkarılan kerevit 12 tonun üzerindedir. SDÜ
Su Ürünleri Fakültesi’nden Doç Dr. Yıldız Polat’a göre 1986’da, başlayan
kerevit vebası nedeniyle, 12 tona düşmüştür. Hastalığın başka yerlere
sıçramaması için gölde kerevit avcılığı 1987’den 1999 yılına değin 13 yıl
yasaklanmıştır. 1999’da yapılan avlamada gölden 125 ton kerevit çıkarılırken bu
miktar 2001’de 797 tona kadar çıkmıştır. Ne var ki az da olsa memnun edici bu
durum bugün itibariyle hiç de iç açıcı değil. Verilen bilgilere göre şu anda
üretim 81 ton gibi yok denecek kadar azdır.
Konu
ile bağlantı olarak Akademisyenlere göre Eğirdir Gölü bitmek üzere. Önlem
alınmazsa Eğirdir Gölü’nün içme suyu vasfı ortadan kalkacak. Özellikle tarım
çalışmalarının göl çevresine çok yakın bir şekilde, hatta sıfır noktasında
yapılması göle en büyük zararı veren etken olarak ifade ediliyor. Öyle ki, geçmişte Eğirdir Su Ürünleri
Enstitüsü Müdürü Sedat Karakoyun’un tespitine göre Gelendost’ta suyun içine
değin elma dikimlerinin mevcut olması korkunç sonu hazırlamakta en önde. Göl
havzasındaki bahçelerin tarımsal ilaç artıklarının göle boşaltılması ve
bahçelere atılan ilaçların yağmur sularıyla göle ulaşması gölü boğulma noktasına getirdiği
söylenerek bu alanda yeterli tedbirlerin bir an önce alınması vurgulandı. Bu
anlamda Eğirdir Gölü Özel Hükümleri değerlendirildi. Hükümlerin yeniden ele
alınıp geniş bir çerçeveye oturtulması istendi. Özel Hükümler Eğirdir Gölü’nün
kurtuluşu için can simidi durumunda. Etkileri yavaş yavaş görülüyor. Olumlu
adımlar olumsuzluk makas aralığını kapatıyor.
Böylesi
kirli bir suda, oksijen ve kalsiyum bulunamayacağı için, kerevitin ve diğer
canlıların yaşaması mümkün değil gözü ile bakılıyor. Tehlike büyük; hem su, su
olmaktan çıkıyor hem göl canlıları büyük tehdit altında.
Çivril
Gölü’nden gelen mantarın etkisiyle yıllardır Eğirdir Gölü kerevit üretimini
istenilen seviyeye çıkaramadı. 1870 yılında Avrupa kerevitini vuran kerevit
vebası bu kez Türkiye’yi 1986’dan sonra vurdu. Bu yüzden otuz yıl önce
kerevitten büyük paralar kazanan Eğirdir Gölü avcıları şimdi sıkıntı içindeler.
1980’li yıllarda 1650’ye yakın kayık, gölü bir gelin gibi süslerken bugün
verimsizlik yüzünden kayık sayısı 200’e kadar düşmüştür. Dolayısıyla Eğirdir
göl avcısı büyük bir parasal kayba uğramıştır. 1980’li yılların parasının
bugünkü karşılığı olan aylık 1500 ile 2000 liraya yakın bir paradan yoksun olan
göl kayıkçıları bugün geçimlerini çok zor şartlar altında sürdürüyorlar.
Çözüm
ülke açısından önem arz ediyor. Bu anlamda Tarım ve Hayvancılık Bakanlığı ile
Su Ürünleri Fakültelerinin söz sahibi kişileri. Yani akademisyenleri bu anlamda
boş durmuyor. İşte bu anlamda göl çalıştayının önemi ortaya çıkıyor. Durumu
yakından bilen herkes üzerlerine düşen görevleri kutsal sayıp yerine getirmek
için aşırı çalışma örnekleri sergiliyor.
Eğirdir
Su Ürünleri Araştırma İstasyonu Müdürlüğü bu alanda büyük bir cesaret örneği
göstererek dev adımlar atmayı başarmış. Kerevitin kuluçka fabrikasını kurmuş.
Hani tavuk çiftliği kurarsınız da binlerce yumurta alır, o yumurtalardan yeni
tavuklar üretirsiniz ya işte onu yapmış Eğirdir Su Ürünleri Araştırma İstasyonu
Müdürü Şakir Çınar. Almış eline kalemi kağıdı, çıkarmış bir proje. Demiş ki
madem gölümüz kirlendi ve su hastalandı biz de kendi odalarımızda,
havuzlarımızda kerevit kuluçkası fabrikası kurarız. Bunları, ilgili yerlere
verir ve ülkemizde azalan kerevitin çoğalmasını sağlarız. Anlatmış projeyi BAKA
Genel Sekreteri Tuncay Engin Bey’e. Proje kabul edilmiş ve bir buçuk milyon
lira projeye ayrılmış. İstasyon’da kuluçka çalışmaları, para desteğini de
arkasına alınca hızla sürüyor. Kerevitler, bu çalışma ile kurtulma umutlarını
artırmışa benziyor.
Eğirdir
Gölü balık faunasını tarihinden alıp günümüze değin taşıyan akademisyenlerin
çabaları hep dolu. Hiçbiri bardağın boş tarafını görmüyor; hep ileriye bakıp
yeni anlayışlar ortaya koyarak çözüme katkıda bulunmayı amaç edinmişler.
Kerevit ana konusu her birinin elinde hayata tutunmuş, büyümeye çalışan bir
bebek misali... Sabah onda başlayan kerevit konusu öylesine irdelendi ki
akşamın yedisine değin bütün yoğunluğu ile sürdü.
Eğirdir
Gölü’nde 1960’lı yıllarda başlayan kerevitin seksenli yıllardaki yükselişi
özlem ile anılırken düşüşün nedenleri tek tek bilimsel yönü ile anlatıldı.
Bunların içinde ortak noktayı, göle giren balık çeşitlerinin birbiri ile uyum
içinde olmadıkları görüşü aldı. Dolayısıyla göle dışarıdan bilimsel veya
vatandaşlar tarafından bilimsel olmayan yollardan çok girdi yapıldığı dile
getirildi. Göle giren bir balık çeşidinin daha sonraki yıllarda bir diğer
balığa zarar verdiği saptanınca bu kez bir başka balığın sorunu ortadan
kaldırması için göle bırakılması yeni sorunların ortaya çıkmasına sebep olmuş.
Sanayi tarzı balık çeşitlerinin ekonomik getirisi düşünülmüş olmasına rağmen
göle vereceği zarar yıllar öncesinden pek saptanamadığının acısı şimdilerde
ortaya çıkıyor şeklinde üstü kapalı söylemler göz ardı edilecek cinsten
değildi. Bu yüzden göl balık faunasının çeşitlilik göstermesi aslında göle
yarar değil bir bakıma zarar verdiği yönünde kanaatlerin oluşmasına yol açtığı
ileri sürüldü. Akademisyenler, aslında kerevitin yalnız yaşamayı seven bir tür
olduğunu ancak Eğirdir Gölü’nde yedi tür balık çeşidinin bulunması kerevitin
yaşam alanını daralttığı görüşünü dile getirdiler. 1955 yılında göle ilk kez
atılan sudak balığının göl faunasına katkısının hâlâ tartışmalı bir konu
olduğunu söyleyenlerin sayısı az değildi.
Gerçekte,
akademisyenler kereviti ilk kez görüyorlarmışçasına inceleyip irdelediler.
Kuluçka dönemlerinden başlayıp çoğalmalarına değin, sindirim organlarına değin,
hangi ortamlarda yetişebileceğine değin, avcıların yararlanmasına değin,
ülkenin üretimden ne kazanacağına değin bir dizi görüşlerin ve bu alanda
yapılan çalışmaların sunumunun yapıldığı Eğirdir Gölü Kerevit Çalıştayı bu
satırlara sığmayacak ölçüde ele alındı.
Sonuç
olarak diyebiliriz ki kerevit, işi bilenlerin elinde. Profesörlerin çoğunlukta
olduğu bu çalıştay, Eğirdir Gölü’nün geleceği ve göl canlıları açısından çok
yararlı olmuştur. Ortaya konulan görüş ve düşüncelerin her biri kendi alanında
çekirdeğin etrafında dolanan gerçekçi yaklaşımlardı.
Tek
bir eksik vardı o da böyle bir çalıştayın, Eğirdir’de imkanlar olmasına rağmen,
Eğirdir’de yapılmamış olmasıdır. Çünkü böyle yüksek seviyeli bir akademik
çalıştay yine akademik çerçeve içinde kalmıştır. Eğirdir halkı böyle bir
çalıştaya katılamamanın üzüntüsünü mutlaka yaşayacaktır. Unutmayalım ki halk
desteğini alamayan çalışmaların gerçekleşmesi hem uzun zaman alır hem zor olur.