MÜJGAN (36)
Eğirdirde Bir Aşk Hikayesi
(36)
İki gün
sonra elinde küçük bir bavul, İstanbul trenine bindi Müjgan. Önce bu
yolculuktan korktu. Elinde olmadan kendini bir yerlere çeken önleyemeyeceği bir
sona tanık olacakmış gibi duygulara kaptırdı kendini.
Ayrıca
Müjgan hayatında bağlardan başka hiçbir yere gitmemişti.
Yola
çıkmadan bir gece önce yatağına oturdu, gideceği gidebileceği yolları hayalinde
canlandırdı.. pek kolay olmadı bu:
Hayalinde
hiç binmediği trene bindi. Yolları, gölleri, dağları aştı. Yol oldu, göl oldu,
dağ oldu, içinde gideceği tren oldu, yolcu oldu. Şemsettinin kapısının önünde
oldu. Amacıyla bir oldu, bütünleşti.
Biraz
rahatlamıştı. Artık korkmuyordu, bildi bu işi de başaracağını, yabancısı
değildi artık planladığı işin.
Annelere
sadece bir Hoşça kalınla veda etti.
Güllüşah
biliyordu yolculuğun nereye olduğunu. Çok üzgündü belli etmemekle beraber.
Müjgan
İstasyona yürüyerek gitti. Yolda görenler oldu onun dumanlı düşünceli
yürüyüşünü. Yolculuğun nereye olduğunu anladılar. Sevindiler kimi onun
hesabına; sevgiyle saygıyla eğildiler önünde ona göstermeden, kalplerinden
içtenlikle.
İlk kez
trene binecekti. İstasyona varınca etrafına bakındı, belki yolcular içinde
tanıdık birisi vardır diye. Kimseyi göremedi. Diğer yolcularla birlikte trene
bindi. Kara trenin içi dar bir koridor gibiydi. Tahta koltuklar birbiri ardına
arka arkaya koridorun iki yanına sıralanmış. İçerisi eski hava kokmaktaydı.
Pencere yanında boş bir yer buldu, oturmak üzereyken diğerlinin eşyalarını
tepedeki raflara koyduğunu fark etti. O da küçük bavulunu koltuğunun üstündeki
rafa koydu. Mantosunu çıkarmadan oturdu.
Elinde
kocaman bir bohçayla yaşlı bir köylü kadın da karşısındaki boş yere oturdu.
Bohçasını kucaklar gibi kucağında tutmaktaydı sıkı sıkı. Sevindi Müjgan.
Selamlaştılar.
Hoş
geldin nene, ver bohçanı rafa koyayım rahat edersin.
Vermek
istemedi kadın.
Hayır,
hayır, onlar askerdeki oğluma hazırladığım kışlık giysiler, biraz da kumanya.
Olsun
korkma, kimse bir şey almaz, ver koyayım da rahat edersin.
Müjgan
bohçayı rafa yerleştirdi.
Tren
ilk düdüğünü çaldı, gamlı gamlı, o her seferinde yüreğini yakan sesiyle. Sonra
ikincisi ve hareket etti.
Müjgan
başını arkaya dayayıp pencereden durmadan koşan, birbirini kovalayan manzarayı
seyretti.. Göl ve yarım ada yavaş yavaş arkada kaldı. Bir müddet sonra tren
demir köprünün üstüne gelince sevgili gölünü ve kasabasını bir kere daha baktı.
Tren miskinler yokuşunu dönünce tamamıyla kaybetti onları. Sonra kupkuru ovalar
başladı.
Çok
geçmeden hava iyice karardı, dışarısı görünmez oldu. İçerisi de arka tarafta
durmadan sigara içen erkeklerin sigara dumanıyla dolmuştu.
Sonra
birden ışıklar yandı. Trenin içi ışıklarla beraber başka türlü göründü. Müjgan
hiç böyle yabancı bir kalabalıkta bulunmamıştı. Biraz yadırgadı ama katlanmak
zorunda olduğunu biliyordu.
Yaşlı
kadın karşısında uyuklamaktaydı.
Ben de
uyusam iyi olur, vakit daha çabuk geçer.
Gözlerimi
kapar ama uyur kalırım da İstanbulda inemem diye korktu, uyumadı.
Gelmişi,
geçmişi ve gelebileceği düşündü.
devam
edecek