HAMİDELİ
SEYAHATİ İZLENİMLERİ (8)
EĞİRDİR’DE
TÜRK HAKİMİYETİ…
Yrd. Doç. Dr. Tülay METİN, sunumunu şöyle sürdürüyordu :
“…
1333’de
Eğirdir’e gelen İbn Battuta gayrimüslim nüfustan söz etmez. Şehrin nüfusunun
çok kalabalık, sokaklarının temiz ve güzel olduğundan söz eder. Nehir, orman,
bağ ve bahçelerinin çok olduğunu da belirtir. Seyyah ayrıca Eğirdir’de suyu
tatlı bir göl bulunduğunu sözlerine ilave eder. O dönemde bu göl yoluyla
tekneler Akşehir ve Beyşehir taraflarına yolcu taşırlardı. İbn Battuta’nın
vermiş olduğu bilgiye göre Akşehir ve Beyşehir gibi köy ve kasabalara yolculuk
iki gün sürmekteydi. Kâtip Çelebinin de büyük dağları, ulu ağaçları ve latif
pınarlarını övdüğü Eğirdir’de Türklerin arpa buğday üretimine uygun arazinin azlığından
dolayı daha ziyade meyve sebze tarımı ile meşgul oldukları bilinir. Yine Kâtip
Çelebi, 36 çeşit üzümü vardır derken bağcılığın geliştiğini ifade eder.[1]
Dağlık olmasından dolayı da hayvancılık gelişmiş olmalıdır.
Eğirdir,
Selçuklu başkenti Konya’dan Antalya ve Alanya limanlarına ulaşan iki
güzergâhtan birinin üzerinde bulunduğu önemli bir şehirdi. Ortaçağ’da Mısır’la
ticareti sağlayan bu yol üzerinde önemli bir konaklama ve ticaret merkezi
haline gelmişti. Gelendost-Eğirdir yolu üzerinde Eğirdir Gölü kıyısında bulunan
Ertokuş Kervansarayı (M.1203-1204/H. 600)
Konya-Beyşehir-Şarkikaraağaç-Gelendost-Eğirdir-Isparta-Ağlasun-Burdur yolu
üzerinde inşa edilerek buradan geçen kervanlara hizmet etmiştir.[2] Bugüne
kadar ayakta kalmayı başarmış önemli bir yapı olan Ertokuş Kervansarayı; Kudret
hanı veya Gelendost hanı ismiyle de anılır. Bu kervansaray kadar önemli bir
yapı da gölün kenarında, yerleşimin güneyinde yer alan Eğirdir hanıdır.
Selçuklular zamanında II. Gıyaseddin Keyhüsrev tarafından 1237 (H. 635)de inşa
edilen bu han bugün harap vaziyettedir.[3]
Eğirdir’in
iktisadi vaziyeti hakkında dikkat çeken bir husus da çarşılarıdır. İbn Battuta
Eğirdir’den söz ederken şehrin zengin ve şirin çarşılara sahip olduğunu ifade
eder. Selçuklu şehirlerinde ticarî faaliyetler çarşılarda, hanlarda ve
pazarlarda cereyan ediyordu. Çarşılarda çeşitli meslek grupları faaliyetlerini
icra etmekteydiler. Anadolu Türk şehrinde çarşı, şehrin merkezinde bulunurdu.
Çarşılarda hanelerden çok hanlar ve dükkânlar vardı. Türkiye Selçuklularında
birbirinden ayrılan mahallelerin aksine çarşılarda Müslümanlar ve
gayrimüslimler birlikte yaşarlardı. Selçuklu ticaretinde önem taşıyan açık
yahut kapalı çarşılardaki dükkânlarda esnaf perakende ticareti ile meşgul
oluyorlardı. Esnaf ve zanaatkârlar genellikle kendilerine mahsus çarşılarda
toplanmışlardı. Toptan ticarette ise bugünkü iş merkezlerinin öncüleri
sayılabilen hanların önemli oldukları bilinir. Bu hanlar şehir surlarının
dışında özellikle yollar üzerinde, tüccar ve yolcuların konaklamaları için
kullanılan, kervansaray özelliği taşıyan hanlardan farklı idi. Aynı malın
ticaretini yapan çeşitli esnaf gruplarının bir arada toplandığı aynı cins malın
satıldığı hanlar vardı. Pamuk Hanı, Meyve Hanı, Pirinççiler Hanı, Şekerciler
Hanı gibi.
İbn Battuta Eğirdir’den sonra
Gölhisar’a gider. Orada ahi zaviyesinde konaklar. Sanat, ticaret, iktisat gibi
çeşitli meslek alanlarında faaliyet gösteren aynı zamanda bir esnaf teşkilâtı
olan ahî teşkilatı (ehl-i fütüvvet) şehir hayatında rol oynayan önemli bir
yapılanmaydı. Anadolu’da yayılarak Türkmenlerin oluşturduğu bir teşkilâtlanma
haline geldi. Şehirde ticaret ve üretimle meşgul olan esnaf ve sanatkârlar
fütüvvet prensipleri etrafında birleşerek teşkilatlanmışlardır. Sosyoekonomik
ihtiyaçlara bağlı olarak kurulup gelişen Ahî teşkilatı şehir ve kasabalarda
sınaî, ticarî ve iktisadî bütün faaliyetleri düzenlerdi. Ayrıca İslâm ahlakî
değer ve ananeleri ile bir tarikat bir müessese haline gelmişti. Her iş kolu
için ayrı ayrı düzenlenirdi; faaliyet gösterdikleri iş kolları da onların
inhisarındaydı. Herhangi bir iş kolunda çalışan insanlar kendi zanaatında öncü
konuma sahip olan ve manevî bazı değerler de yüklenen ahî adlı kimselerin
yönetiminde bir araya gelirlerdi. Dükkân ve atölye sayısı, üretim miktarı ve
standardı, usta sayısı, çıraklıktan ustalığa yükselme gibi pek çok konuda
teşkilât belirleyici durumdaydı. Bu yönüyle yerleşim biriminin ekonomik
yaşamını yönlendirmede önemli bir rol üstlenen teşkilât lideri ahîler, aynı
zamanda, söz konusu iş kolunda çalışan kalabalık insan topluluğunu yönetme ve
yönlendirme etkinliğine de sahiptiler.[4]
Ortaçağda Eğirdir, ilmi ve sosyal
hareketlerin de canlı olduğu ve bununla ilgili müesseselerin de bulunduğu
önemli bir şehirdir. İbn Battuta şehrin oldukça mamur olduğunu söyler.
Eğirdir’e gelen seyyah büyük bir cami karşısında yer alan medresede ikamet
etmiştir. Hamidoğulları zamanında Taş medrese veya Dündar Bey medresesi olarak
da bilinen medrese Hamidoğullarından kalma tarihi değere sahip büyük bir
yapıdır. Meslek sahibi olmayı sağlayan veya ileri düzey bilgilerin verildiği
yüksek öğretim ya da ihtisas eğitimi olarak adlandırılan eğitim, medreselerde
verilirdi. Bu da Eğirdir’in ilmî açıdan ne kadar ileri bir şehir olduğunun
delilidir.
Şehirdeki büyük cami olarak bahsedilen
cami ise Ulu camidir. İbn Battuta, Hamitoğlu hükümdarı, Dündar Bey oğlu İshak
Beyin her gün ikindi namazını Ulu camide kıldığını söyler. Namazdan sonra güney
duvarına dayanır, oturur. Huzurunda hafızlar tahtadan yapılmış yüksek bir
kürsüye oturarak Kurandan öyle güzel sesle sureler okurlar ki ruhlar mütessir
olur, kalpler huzur bulur, bedenler titrer, gözler yaşarır. Sonra sultan
sarayına döner. İbn Battuta’nın vermiş olduğu bu bilgiler şehrin ilmi ve manevi
açıdan yüksek bir kültüre sahip olduğunu vurgular. Şehirdeki
misafirperverlikten memnun kalan seyyah, ramazan ayını Eğirdir’de geçirir.[5]
İbn
Battuta’nın Eğirdir’de sözünü ettiği Ulu cami, Hızır bey camiidir. İnşa
kitabesi bulunmayan caminin Hamidoğulları döneminde Hızır Bey tarafından 1327
tarihinde inşa edildiği ileri sürülür. İbn Battuta’nın camiyi ziyaret tarihi
olan 1333 yılından önce inşa edilmiş olmalıdır. Caminin Selçuklular zamanında
depo olarak kullanıldığı rivayet edilir. Elbette bu camiden önce şehirde cami
ve mescitlerin bulunduğu bilinir. Çünkü Türk yerleşiminden itibaren ibadet
mekânları da inşa edilmiştir. Öncelikle gayrimüslimlere ait ibadet yerleri cami
veya mescide çevrilmiş olmalıdır. Yine Hamidoğulları zamanında Eğirdir’de hamam
inşa edilmiştir. Türk kültüründe cami, medrese ve hamam üçlüsü çok önemli yer
tutar. Cami ruh temizliğini, medrese akıl ve beyin temizliğini, hamam ise beden
temizliğini temsil eder. Bu geleneğin ve kültürün tezahürü Eğirdir’de
Hamidoğulları zamanında yapılan camii, medrese ve hamam örneğinde görülmektedir.
Sonuç olarak; Önce Yıldırım Bayezid
daha sonra Çelebi Mehmet zamanında Osmanlı topraklarına dâhil olan Eğirdir’in
kaza olarak yerleşim tarihi devam etmiştir. Osmanlılar döneminde oldukça geniş
bir araziye sahip Eğirdir’de 5 nahiye ve 100’den fazla köy bulunmaktaydı.
GELECEK
YAZI : EĞİRDİR ADALARI AÇIK OTURUMU