Aşağılıklaştıramadıklarınızdan Mektuplar (1)
Bugün
size bahsini açacağım konu kuvvetle muhtemel çocukluğunuzdan beri size empoze
edilerek büyütüldüğünüz önemli bir husus. Bu açıdan hakkında bilgi sahibi
olduğunuz ve belki de kısım kısım kendinizi bulacağınız bir söylem. Bu konuda
yazmayı belki de son on yıldır düşünüyorum. Fakat her seferinde muhtemelen konu
benden çok daha yetkin bir yazar tarafından ele alınır diye bu yazıyı hep geri
bırakıyordum. Fakat bu güne gelindiğinde görüyorum ki bu konunun ne
unutturulacağı var ne de ciddi bir şekilde ele alınacağı
O yüzden kalemimin
yettiğince bu konu hakkında bir şeyler karalamaya karar verdim.
Buyurun
;
Açıklamaya
uğraşacağım konu ülkemiz ile dış dünya arasında kabaca yapılan kıyaslamalarda
sonucun her halükarda aleyhimizde çıkması ve bunun da yıllardır ısrarla
sistematik olarak biz genç nesillere benimsetilmesinin desteklenmesi ve hatta
dayatılması hadisesidir. Siz de illa ki duymuşsunuzdur. Ülkemizde aksayan,
işlemeyen veya kötü işleyen bir şey hemen sıcağı sıcağına batı dünyası ile
kıyaslanıp mevcut durumumuzun ne denli geride olduğu bu örnek üzerinden
somutlaştırılır ve bilinçaltımıza bizim yakın bir gelecekte dahi bu seviyelere
ulaşamayacağımız vurgusu yapılır. İş bununla da sınırlı kalmaz ve eleştirmen
kendisinin de içinde yaşadığı ve aslında muhtaç konumda olduğu toplumsal
değerlerini küçük düşürmek pahasına orantısız kıyaslamalara (Örneğin Danimarka
ve Türkiyenin savunma harcamalarının kıyaslanması gibi) devam eder.
Eleştirileri objektif verilere dayanmadığından da asıl başarısızlık da bu
değerlerden ileri gelir savı öne çıkarılır. Konuşma genelde (ve hatta bence
hepsinde) herhangi bir çözüm önerisinde bulunulmadan sitem ve bilmişlik
edalarıyla sonlandırılır. Böylece artık işlem tamamlanmıştır, ta ki yeni bir
olumsuzluk baş gösterip de bunun halk arasında yorumlanması aşamasına geçilene
değin. Sonra konu dönme dolap misali tekrar tekrar tekrarlanır. Bu tekrara
kimseler itiraz etmez, edemez. İşte bu sonsuzluk sarmalına ilk itirazı ben
yazarak siz de okuyarak etmiş oluyorsunuz. İşlerin ayrıntısına inildiğinde
kıyaslamaların hakkaniyete uygun olmadan yapıldığı, ölçüsüz ve karalamaya
yönelik olduğu ve hatta biraz daha ileri giderek söylersem aşağılık
kompleksinin bir sonucu olduğu kanısına vardım. Yazımın ilerleyen kısımlarında
çarpıcı örneklerle iddiamın ispatı yoluna gideceğim.
Naçizane
gözlemlerime göre bu bilinçaltımızı işgal eden spekülatif fikirler dört ana
safhada gelişimini tamamlıyor. Bunlardan ilki ve aslında temel mesele
sabitlenmiş durumda olan biz gerideyiz düşüncesidir. Bu düşünce ülke
gündemine ilgisi olan olmayan tüm insanların zihninde yer etmiş durumdadır.
Bilinçaltımıza güçlüce yerleşen bu düşünce daha büyük işler yapma azmimizi ve
inancımızı derinden zedeler niteliktedir. Artık bu düşüncenin doğru olduğuna
inanıp, dış dünyadaki gelişmeleri bu doğru etrafında yorumlarız. İkinci safha
çeşitli sebeplerle yurt dışına çıkan ve ülkelerine geri dönen insanların
anlattıklarıdır. Kimse kendi hayatını anlatırken olumsuzluklara vurgu yapmaz.
Kişi mevcut statüsünü yüksek göstermek ve toplumundaki itibarını bir nebze daha
artırabilmek adına yurt dışındaki hayatın ülkemizden çok daha farklı ve uygar
olduğunu anlatır. Hiç yurt dışına çıkmamış biri için bu söylenenler neredeyse
belge niteliği taşır. Kişi içinde bulunduğu duruma biraz daha inanır. Bu
düşünce sisteminin üçüncü safhası televizyon ve radyo programlarıdır. Kişi aynı
duyumları bu kez kitlesel yayın organlarında duyduğu için düşüncenin doğruluğu
artık biraz daha meşrulaşır. Halkımızın kahir ekseriyeti bu safhadan sonra
çoğunlukla geri kalmışlık felsefesine ikna olur. Tüm bunlara rağmen fikri
azınlıkta kalan küçük bir kesim ise halen ikna olmaz ve her şeye rağmen
araştırmalara devam ederse son darbe ülkemiz batıperest aydınlarından gelir ve
bu azınlık da tahrip edilmiş düşüncelerinde ısrar edemez hale getirilerek
fikren genel kalabalığa katıştırılırlar. Böylece dördüncü ve son safha da vücut
bulur ve insanların umutları son zerresine kadar sökülüp alınmış olur.
Yazımı
lütfedip buraya kadar okuyan ve hatalarıma tahammül eden bir okuyucu olarak
lütfen bu paragrafı vicdan terazinizden geçirerek değerlendiriniz;
90
milyon nüfuslu Türkiyenin işsizlik oranlarını 11 milyon nüfuslu Portekizle
kıyaslanması.
Hiçbir
itilafı ve aslında birbirlerine üstünlük iddiası olmayan misyon ve
vizyonlarının büyük devletlerce tayin ve tesis edildiği iki ülke olan Hollanda
ve Belçika arasındaki o meşhur üzerinde çarpı sembolleri olan parke taşlarla
ayrılmış sınır hattının Türkiyenin zorlu arazi koşullarıyla bilinen ve dahası
sıcak çatışma bölgeleriyle olan sınırının ( İran Irak Suriye Sınır Boyları)
medeniyet göstergesi olma açısından kıyaslanması.
Yine bölgesinde bırakın tehlikeli
bir durumu risk faktörü bile bulunmayan (komşuları Almanya ve İsveçtir.)
mütevazi bir askeri variyete sahip
Danimarkanın askeri harcamaları ile bölgesinde etkin ve caydırıcı bir güç
olduğu inkar edilemeyen, tüm Orta Doğunun sinir merkezi konumundaki Türkiyenin
askeri harcamalarının kıyaslanması.
Yine toplam nüfusunun yaklaşık
olarak tamamı kadar insanı cezaevlerinde tutmak zorunda olan Türkiye ile
Finlandiyadaki cezaevlerinin koşullarını ve hükümlülerin haklarının kıyaslanması.
Yine
dünyada sanayileşme alanında en güçlü ikinci ülke olan Almaya ile Türkiyenin
işsizlik oranlarını kıyaslamak. Üstelik Almanyanın sınır hattında gerçekleşen
son savaşın 70 yıl önce olması ve sembolik miktarlar dışında ülkesine mülteci bile
kabul etmemesini göz ardı ederek
Yine
400.000 nüfuslu atlas okyanusunda küçük bir ada konumunda bulunan ve herhangi
bir ciddi sanayi tesisi bile bulunmayan İzlanda ile G-20 üyesi Türkiyenin hava
kirliliği oranlarının kıyaslanması gibi ve benzeri kıyaslamalar bu ülkede
yapıldı ve yapılmaya da devam ediliyor. Ülkemiz ile ilgili eleştiri yapılmasına
veya eksiklerin karşılaştırılarak gösterilmesine kesinlikle karşı değilim ki
kaleme aldığım bu yazı bile bir eleştiri yazısı niteliğindedir. Karşı olduğum
şey hakkaniyete uygun olmayan kıyaslamalarla ülkenin içinde bulunduğu durumun
olduğundan daha kötü gösterilmesi hadisesidir.
Sonuç
olarak uzun lafın kısası mesele aslında ülkemizin gelişmişlik düzeyi veya
insanların yaşam standardı falan değil. Maalesef kimse gerçeği önemsemiyor.
Esas mesele sığ bilgiler ışığında karalama yapmak ve her ne pahasına olursa
olsun haklı görünme isteği. Çok sade bir örnekle ifadelerimi somutlaştırayım;
örneğin batılı devletlerin (Başta Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupalı
devletler olmak üzere) ortalama gelişmişlik düzeyleri ve vatandaşlarının
ortalama yaşam standartları 5 birim, ülkemizin ise aynı değeri 3 birim ise
ülkemiz dünya standartlarının gerisinde, mali ve sosyal yönden çöküntüye
uğramış, asla batılı münhasır devletlerin seviyesini yakalayamayacak bir üçüncü
dünya ülkesi olarak kabul edilir. Kurguda küçük bir değişikliğe gidelim. İlk
önermemizin tersine ülkemizin ortalama gelişmişlik düzeyi ve yaşam kalitesi 2
birim, batılı devletlerin ise 1 birim olsa idi bu kez ilk olasılığa yorum yapan
aynı kişi ikinci olasılığa yorum yaparken ülkemizin dünya standartlarının
üzerinde, ekonomik olarak kalkınmış, toplum yapısı ile geleceğe yönelmiş ve
örnek alınması gereken bir ülke olduğunu söyleyecekti. Fakat objektif gerçekler
ışığında mesele incelendiğinde aslında olumsuz olarak nitelendirilen ilk
durumun ikinci duruma göre tam 3 kat daha iyi olduğunu görüyoruz. İşte
meselenin özü de budur aslında. 2017 sizlere huzur ve mutluluk getirsin, esen
kalın