Türk Dış
Politikasının Batı-Doğu Yönlü Seyri
Sanırım yazıma başlarken Türkiyede son
dönemde cereyan eden olağanüstü durumları anlatmama gerek yoktur. Türkiye
Cumhuriyeti tarihinin belki de en zor dönemini yaşadı ve/veya yaşıyor. Önceleri
Ortadoğudaki ekonomik istikrarsızlık gündem maddesi iken artık günümüzde
Ortadoğu sınırları içerisinde olup da güvenli bir toprak parçası sayamıyoruz.
Türk hükümeti bu durumla ilgili önlem almaya çalışsa da iç siyasetteki arazlar
sebebiyle Türkiye Ortadoğuya olan ilgisini minimum düzeye çekmiş ve askeri
hareketlilikleri çoğu zaman kabullenmiş bir pozisyonda görünüyor. Belki sadece
bekliyor belki de daha derin bir plan çerçevesinde sabrediyor. Bunu kesinen bilmemizin
bir yolu yok. Bekleyip görmek gerek. Fakat net şekilde görebildiğim bir şey var
ki oda Türkiye Rusya politik yakınlaşmasıdır.
Son günlerde Türk dış politikasında eşine az
rastlanır ve aslında sürpriz olarak nitelendirilebilecek bir değişim rüzgarı
esiyor. Kuruluşundan bugüne kadar neredeyse her dönemde sırt çevrilen Rusya ile
derin bir müttefiklik ilişkisi başlamak üzere. İlk bakışta batı ve doğu
arasında Osmanlı Devletinin son döneminden bu yana kullandığımız ve kısmen
devlet politikalarımızdan biri haline gelen klasik ve tipik denge siyasetinin
bir tezahürü olarak görülebilir. Fakat bence durum bundan ibaret değil. Bence
politik dengeleri hiç olmadığı kadar değiştirecek bir gelişme çok yakın
olabilir. Türkiye daha önce de Arap Dünyasıyla olan ilişkilerini askeri boyuta
taşımak konusunda istekli adımlar atmıştı. Bunun sebeplerinden biri ve bence en
önemlisi iki kutuplu dünyada, iki kutup ile de çıkar çatışması içine
düşülmesiydi. Fakat dünyada üçüncü bir kutup olarak tasarlanmak istenen İslam
Dünyası düşüncesi içlerinde belirgin bir lider ülkenin olmayışı ve birlik içerisinden
gelen çatlak sesler sebebiyle (Amerikan güdümündeki Suudi Arabistanın, Rusya
güdümündeki İran ile süregelen çekişmeleri) ve en önemlisi de gerçekçi olarak bakıldığında
bu topluluğun henüz bir güç merkezi hüviyetinde olamaması dolayısıyla heveslenilen
proje rafa kalktı. ( Ciddi bir değişiklik olmazsa da uzun yıllar rafta
tozlanmaya devam edecek. ) Buradan umduğunu bulamayan Türkiye eski müttefiki ve
siyasi dostu Amerika ile çok memnun olmasa da yoluna devam etti. Fakat günden
güne ilişkiler soğudu. İlkin Amerikan ordusunun İncilik üssünden çekilip başka
bir üs arayacağı yönündeki haberler, Türkiyenin silahlı mücadele ettiği terör
örgütlerinin terör örgütü listesine alnınmaması, Amerikan kışkırtmalarıyla
düşürülen Rus uçaklarından sonra gelmeyen destekler Türkiye kamuoyunda Amerikan
işbirliğinin sorgulanmasına sebep oldu. İşler bununla sınırlı kalmadı. Türk
yetkililerin her fırsatta dile getirdiği ve PKKnın Suriyedeki kolu olduğunu
bilinen PYDnin bir anda Amerikan garantörlüğüne girmesi, bu gayri nizami
grubun kendince kantonlar kurup, Amerikan yetkililerince Anayasa
hazırlamalarının desteklediği haberlerinin yetkililerce yalanlanmaması ilişkileri
iyice germiş ve Türkiyeyi dış politika konusunda iyice yalnızlaştırmıştı. Buna
rağmen Türkiye, Amerikanın dost ve müttefik bir ülke olduğunu yineledi. Yine
Avrupa Birliği aday adayı olan Türkiye sırf daha az mülteci Avrupaya gitsin,
oradaki sosyolojik ve ekonomik düzen zarar görmesin diye kendisinden istenildiği
şekilde üç milyon civarında yabancıyı topraklarına aldı ve bakım yükümlülüğünü
üstlendi. Türkiye hep Avrupa Birliğine aidiyet hissetti fakat Avrupalı
devletler gözünde hep bir Asya devleti olarak kaldı. Yine Türkiyenin üye
olduğu başka bir milletlerarası organizasyon olan NATOnun zımni isteğiyle
ekonomik anlamda hacmin yüksek olduğu ülkelerden biri olan Rusya ile ilişkiler
tamamen donduruldu. Ciddi bir turizm potansiyeline sahip Türkiye sırf kendisini
ait hissettiği birliğin çıkarı doğrultusunda hareket etmek için bu olumsuz
duruma da katlandı. Bunlar yaşanırken artık hep hak ettiğimiz saygının bir gün
nasılsa bize sunulacağını hissettik ya da en azından bekledik. Takii 15 Temmuz
gecesi yaşadığımız askeri kalkışmaya kadar. (Bence bu askeri kalkışma tarihi
aynı zamanda Türk Siyasi Tarihi için de bir dönüm noktası olacaktır.) Türk
askeri kıyafeti giymiş hainler sivilleri öldürüp devlet binalarını yıkarken
bile Amerikadan veya Avrupadan beklediğimiz açıklama gelmedi. Darbe girişimi
başarısız olup da darbenin hazırlayıcısı olan ve örgütün lideri olduğu gün gibi
açık olan Fethullah Gülenin Türkiyeye iade edilmek istenmemesi, Türk
yetkilileri ve kamuoyunu adeta şoka uğrattı ve tabiri caiz ise bardağı taşıran
son damla oldu.
Bu tarihten sonra ülke çapında ciddi bir
destek sağlamış olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusyanın talebiyle (
bence ülkesinin yüksek çıkarları için ) kendisinden taviz vermeyi göze alarak Rusyadan özür diledi ve Rusya Devlet başkanı
Putin ile görüşmek için Rusyaya gitti. Bu görüşme ile ilişkilerin ılımlı bir
hal alabileceğini az çok herkes tahmin ediyordu. Fakat ilişkiler beklenenden
fazla ve çabuk gelişti. Bu Batı
Cephesinde şaşkınlık ve biraz da endişe yarattı. Öyle ya Türkiye Batı ülkelerine
göre sempatik gelmeyebilirdi fakat Batının Doğudaki güçlü sınır karakoluydu. Kabul
edilsin ya da edilmesin bölgede askeri gücü en fazla olan NATO üyesiydi ve
hiçbir durumda gözünü budaktan sakınmamıştı. Bunun üzerine Avrupa Birliği
hiçbir açıklama yapmadan izleme rolüne, Amerika ise tedirginliğini bildiren
açıklamalar yapıp Türkiyenin her zaman yanında olduklarını bildiren basın
toplantısı düzenleme rolünü üstlenmişti.
Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü
Elizabeth Trudeau; Bu konuda
endişeliyiz. Bu söylemin faydalı olduğunu düşünmüyoruz. Türkiyede tüm
tarafların, medya, sivil toplum ve hükümetin açıklamalarında sorumlu
davranmalarını bekliyoruz. Türkiyeyle olan ilişkilerimiz ve dostluğumuz çok
güçlüdür. Bunu açıkça söyledik, biz Türk hükümetinin yanındayız. dedi. Bu
açıklama üzerine genelde Türkiyeden de dostane bir açıklama olur ve mesele
tatlıya bağlanırdı. Ama bu kez öyle olmadı. Türkiye bu açıklamalara kayıtsız
kaldı. Ardından Rusyanın farklı siyasi kanatlarından Türkiyeyi destekleyen
açıklamalar geldi. Bu Türk kamuoyunu şaşırttığı kadar Batı Bloğunu da şaşırttı
ve hatta şoke etti.
Son Sovyetler Birliği lideri ünvanlı Mihail
Gorbaçov; Erdoğan ve Putinin, adım adım diyalog
kurmaya ve işbirliği yolu ile yarar elde etmeye çalışarak doğru yapıyorlar. St.
Petersburg'daki görüşmesinin Türkiye ve Rusya için olduğu kadar, dünya siyaseti
adına da yararlı olacak. açıklamasında bulundu. Pek de alışık olduğumuz
bir durum değildi. Bunun üzerine tanınmış gazetelerde Türkiye NATOdan çıkıyor
mu şeklinde spekülatif haberler yapıldı veya yaptırıldı. Bu haberlerin Türkiyece
yalanlanması beklendi ama Türkiyenin açıklamaları geç ve tatminsizdi. Bu kez
Türkiye geri adım atmayı reddediyordu.
Bunun
üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby; "Tabii ki buna bir kısıtlama söz konusu olamaz. Kimsenin endişeli olması
için de bir neden yok. Biz de Türkiye ve Rusya güvenlik ve savunma konularında
yeni ve farklı bir ilişki kurarsa diye endişeli değiliz. Bu onların vereceği
bir karar." Diyerek aslında duyduğu tedirginliği de yansıtıyordu.
Tartışmalar
iki ülke arasında öyle büyük bir heyecan yaratmıştı ki Türk karşıtlığıyla
bilinen Aşırı milliyetçi Rusya Liberal Demokratik Parti Başkanı Vladimir
Jirinovski; Türkiye bize Belarus ve Ermenistandan bile yakın olacak
sözleriyle kamuoyunu bir kez daha şaşırttı. Oysa aynı kişi Türkiyenin 24 Kasımda bir Rus
uçağını vurarak düşürmesinden üç gün sonra, Rusyanın bir numaralı düşmanı
hakkında; İstanbulu yok etmek çok kolay; Boğaza bir atom bombası atmak
yeterli. Sular 10-15 metre yükselecek ve 9 milyon insanın yaşadığı şehri yok
edecek demişti. Durumun Batı açısından vahametini Doğu açısından yarattığı
heyecanı siz düşünün.
Bu konuda
sözü daha da uzatmak elbette mümkün fakat özetle iki ülke arasındaki yakınlaşma
sonucunda ilk etapta ortaya böyle bir tablo çıktı. Tablonun daha da netleşmesi
için şüphesiz beklemek ve olacakları dikkatlice tartmak gerek. Sözlerimi
noktalamadan önce bir hususa daha değinmek istiyorum. Bunlar içtenlikle
hissettiğim ve tartışılmasında fayda gördüğüm naçizane önerilerim: Türkiye için
en doğru müttefikin elde edilmesi konusunda siyasi yatkınlıklar ya da gelenekçi
bir anlayışın değil karşılıklı kazanımın miktarının önemsenmesi gerektiğini
düşünüyorum. Türkiye artık dostluk ile müttefiklik kavramlarını belirgin
şekilde birbirinden ayırmalıdır.
Türkiye
kendi için stratejik önemi paha biçilemez olan nükleer enerji santralinin
yapımı konusunda imdadına yetişen Rusya ile ilişkilerini geliştirmeyecekse bile
bozulmasına da izin vermemelidir. Bunun neden önemli olduğunu açıklayayım.
Dilerseniz Türkiyenin hava savunma sistemi konusunda çektiği sıkıntıları bir
kez daha hatırlatayım. Türkiye bölgesi itibariyle en büyük askeri unsurları
içinde barındırıyor veya en azından kamuoyunda kabul gören anlatım budur. Fakat
biraz detaya indiğimizde Türkiyenin kendi hava savunma sistemlerine sahip
olmadığı ve ihtiyaç durumunda NATO kapsamında ithal şekilde geçici süre ile gecikmeli
olarak ülkemize getirildiği, getirilirken kendi yabancı personeli ile birlikte
getirilebildiği ve TBMMde her seferinde bu konularla ilgili tartışmaların
çıktığını hatırlayacaksınız. İnsanın aklına bu kadar meşakkatli bir yol
izleneceğine neden Türkiyeye doğrudan Patriot olarak anılan MIM-104ler
satılmıyor sorusunu getiriyor. Sebebi bariz şekilde belli olsa da (açıklama
ihtiyacı duymuyorum) sonuç olarak Türk Hava Savunma Alanı savunmasız kalıyor.
Herhangi bir tehdit durumunda Türkiye onlarca teferruatı gerçekleştirip
müttefiki devletlerden Patriotları istiyor. Bu süreç yayın organlarında
günlerce gündemi meşgul ediyor. Başvurudan yaklaşık 5-6 ay sonra Patriotlar
riskli görülen bölgelere kendi yabancı personelleri ile getiriliyor. Rica
minnet getirilen bu patriotlar aynı zamanda hangi ülkeden getiriliyorsa, o
ülkeye karşı nazik olmayı gerektiriyor. Aksi halde en ufak bir siyasi
sürtüşmede patriotların geri çekileceği tehdidi üstü kapalı bir şekilde
kamuoyuna sızdırılıyor. 2013 yılında Almanya gönderdiği patriotları geri
çağırma kararı almıştı. Türkiye ısrarla
talepte bulununca Hollanda ve onlar da gidince İspanyolların patriotları hava
sahamızı korumuştu. Bu durum, bölgede saygın bir silahlı
kuvvet olduğu iddiasında bulunan bir ülke için kabul edilebilecek bir hadise
değildir. Bence tıpkı İran gibi gelişmiş Rus Hava sistemleri olan S-400ler
Türkiyece edinilmelidir. Benim şahsi kanaatim ve olmasını umduğum gelişmeleri
de size aktardıktan sonra yazımı noktalıyorum. Esen kalın