Türk Dış Politikasının ?Batı-Doğu? Yönlü Seyri

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,Türk Dış Politikasının ?Batı-Doğu? Yönlü Seyri
Haberin Tarihi: 27.8.2016 16:13:00 - Okunma Sayısı:1535 defa okundu.

Türk Dış Politikasının ‘Batı-Doğu’ Yönlü                         Seyri

 

   Sanırım yazıma başlarken Türkiye’de son dönemde cereyan eden olağanüstü durumları anlatmama gerek yoktur. Türkiye Cumhuriyeti tarihinin belki de en zor dönemini yaşadı ve/veya yaşıyor. Önceleri Ortadoğu’daki ekonomik istikrarsızlık gündem maddesi iken artık günümüzde Ortadoğu sınırları içerisinde olup da güvenli bir toprak parçası sayamıyoruz. Türk hükümeti bu durumla ilgili önlem almaya çalışsa da iç siyasetteki arazlar sebebiyle Türkiye Ortadoğu’ya olan ilgisini minimum düzeye çekmiş ve askeri hareketlilikleri çoğu zaman kabullenmiş bir pozisyonda görünüyor. Belki sadece bekliyor belki de daha derin bir plan çerçevesinde sabrediyor. Bunu kesinen bilmemizin bir yolu yok. Bekleyip görmek gerek. Fakat net şekilde görebildiğim bir şey var ki oda Türkiye – Rusya politik yakınlaşmasıdır.

  Son günlerde Türk dış politikasında eşine az rastlanır ve aslında sürpriz olarak nitelendirilebilecek bir değişim rüzgarı esiyor. Kuruluşundan bugüne kadar neredeyse her dönemde sırt çevrilen Rusya ile derin bir müttefiklik ilişkisi başlamak üzere. İlk bakışta batı ve doğu arasında Osmanlı Devletinin son döneminden bu yana kullandığımız ve kısmen devlet politikalarımızdan biri haline gelen klasik ve tipik denge siyasetinin bir tezahürü olarak görülebilir. Fakat bence durum bundan ibaret değil. Bence politik dengeleri hiç olmadığı kadar değiştirecek bir gelişme çok yakın olabilir. Türkiye daha önce de Arap Dünyasıyla olan ilişkilerini askeri boyuta taşımak konusunda istekli adımlar atmıştı. Bunun sebeplerinden biri ve bence en önemlisi iki kutuplu dünyada, iki kutup ile de çıkar çatışması içine düşülmesiydi. Fakat dünyada üçüncü bir kutup olarak tasarlanmak istenen ‘İslam Dünyası’ düşüncesi içlerinde belirgin bir lider ülkenin olmayışı ve birlik içerisinden gelen çatlak sesler sebebiyle (Amerikan güdümündeki Suudi Arabistan’ın, Rusya güdümündeki İran ile süregelen çekişmeleri) ve en önemlisi de gerçekçi olarak bakıldığında bu topluluğun henüz bir güç merkezi hüviyetinde olamaması dolayısıyla heveslenilen proje rafa kalktı. ( Ciddi bir değişiklik olmazsa da uzun yıllar rafta tozlanmaya devam edecek. ) Buradan umduğunu bulamayan Türkiye eski müttefiki ve siyasi dostu Amerika ile çok memnun olmasa da yoluna devam etti. Fakat günden güne ilişkiler soğudu. İlkin Amerikan ordusunun İncilik üssünden çekilip başka bir üs arayacağı yönündeki haberler, Türkiye’nin silahlı mücadele ettiği terör örgütlerinin terör örgütü listesine alnınmaması, Amerikan kışkırtmalarıyla düşürülen Rus uçaklarından sonra gelmeyen destekler Türkiye kamuoyunda Amerikan işbirliğinin sorgulanmasına sebep oldu. İşler bununla sınırlı kalmadı. Türk yetkililerin her fırsatta dile getirdiği ve PKK’nın Suriye’deki kolu olduğunu bilinen PYD’nin bir anda Amerikan garantörlüğüne girmesi, bu gayri nizami grubun kendince kantonlar kurup, Amerikan yetkililerince Anayasa hazırlamalarının desteklediği haberlerinin yetkililerce yalanlanmaması ilişkileri iyice germiş ve Türkiye’yi dış politika konusunda iyice yalnızlaştırmıştı. Buna rağmen Türkiye, Amerika’nın dost ve müttefik bir ülke olduğunu yineledi. Yine Avrupa Birliği aday adayı olan Türkiye sırf daha az mülteci Avrupa’ya gitsin, oradaki sosyolojik ve ekonomik düzen zarar görmesin diye kendisinden istenildiği şekilde üç milyon civarında yabancıyı topraklarına aldı ve bakım yükümlülüğünü üstlendi. Türkiye hep Avrupa Birliğine aidiyet hissetti fakat Avrupalı devletler gözünde hep bir Asya devleti olarak kaldı. Yine Türkiye’nin üye olduğu başka bir milletlerarası organizasyon olan NATO’nun zımni isteğiyle ekonomik anlamda hacmin yüksek olduğu ülkelerden biri olan Rusya ile ilişkiler tamamen donduruldu. Ciddi bir turizm potansiyeline sahip Türkiye sırf kendisini ait hissettiği birliğin çıkarı doğrultusunda hareket etmek için bu olumsuz duruma da katlandı. Bunlar yaşanırken artık hep hak ettiğimiz saygının bir gün nasılsa bize sunulacağını hissettik ya da en azından bekledik. Takii 15 Temmuz gecesi yaşadığımız askeri kalkışmaya kadar. (Bence bu askeri kalkışma tarihi aynı zamanda Türk Siyasi Tarihi için de bir dönüm noktası olacaktır.) Türk askeri kıyafeti giymiş hainler sivilleri öldürüp devlet binalarını yıkarken bile Amerika’dan veya Avrupa’dan beklediğimiz açıklama gelmedi. Darbe girişimi başarısız olup da darbenin hazırlayıcısı olan ve örgütün lideri olduğu gün gibi açık olan Fethullah Gülen’in Türkiye’ye iade edilmek istenmemesi, Türk yetkilileri ve kamuoyunu adeta şoka uğrattı ve tabiri caiz ise bardağı taşıran son damla oldu.

 

   Bu tarihten sonra ülke çapında ciddi bir destek sağlamış olan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan Rusya’nın talebiyle ( bence ülkesinin yüksek çıkarları için ) kendisinden taviz vermeyi göze alarak  Rusya’dan özür diledi ve Rusya Devlet başkanı Putin ile görüşmek için Rusya’ya gitti. Bu görüşme ile ilişkilerin ılımlı bir hal alabileceğini az çok herkes tahmin ediyordu. Fakat ilişkiler beklenenden fazla ve çabuk  gelişti. Bu Batı Cephesinde şaşkınlık ve biraz da endişe yarattı. Öyle ya Türkiye Batı ülkelerine göre sempatik gelmeyebilirdi fakat Batının Doğudaki güçlü sınır karakoluydu. Kabul edilsin ya da edilmesin bölgede askeri gücü en fazla olan NATO üyesiydi ve hiçbir durumda gözünü budaktan sakınmamıştı. Bunun üzerine Avrupa Birliği hiçbir açıklama yapmadan izleme rolüne, Amerika ise tedirginliğini bildiren açıklamalar yapıp Türkiye’nin her zaman yanında olduklarını bildiren basın toplantısı düzenleme rolünü üstlenmişti.

     Amerikan Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Elizabeth Trudeau; “Bu konuda endişeliyiz. Bu söylemin faydalı olduğunu düşünmüyoruz. Türkiye’de tüm tarafların, medya, sivil toplum ve hükümetin açıklamalarında sorumlu davranmalarını bekliyoruz. Türkiye’yle olan ilişkilerimiz ve dostluğumuz çok güçlüdür. Bunu açıkça söyledik, biz Türk hükümetinin yanındayız. ” dedi. Bu açıklama üzerine genelde Türkiye’den de dostane bir açıklama olur ve mesele tatlıya bağlanırdı. Ama bu kez öyle olmadı. Türkiye bu açıklamalara kayıtsız kaldı. Ardından Rusya’nın farklı siyasi kanatlarından Türkiye’yi destekleyen açıklamalar geldi. Bu Türk kamuoyunu şaşırttığı kadar Batı Bloğunu da şaşırttı ve hatta şoke etti.

   Son Sovyetler Birliği lideri ünvanlı Mihail Gorbaçov; “ Erdoğan ve Putin’in, adım adım diyalog kurmaya ve işbirliği yolu ile yarar elde etmeye çalışarak doğru yapıyorlar. St. Petersburg'daki görüşmesinin Türkiye ve Rusya için olduğu kadar, dünya siyaseti adına da yararlı olacak. ” açıklamasında bulundu. Pek de alışık olduğumuz bir durum değildi. Bunun üzerine tanınmış gazetelerde Türkiye NATO’dan çıkıyor mu şeklinde spekülatif haberler yapıldı veya yaptırıldı. Bu haberlerin Türkiye’ce yalanlanması beklendi ama Türkiye’nin açıklamaları geç ve tatminsizdi. Bu kez Türkiye geri adım atmayı reddediyordu.

Bunun üzerine ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü John Kirby; "Tabii ki buna bir kısıtlama söz konusu olamaz. Kimsenin endişeli olması için de bir neden yok. Biz de Türkiye ve Rusya güvenlik ve savunma konularında yeni ve farklı bir ilişki kurarsa diye endişeli değiliz. Bu onların vereceği bir karar." Diyerek aslında duyduğu tedirginliği de yansıtıyordu.

Tartışmalar iki ülke arasında öyle büyük bir heyecan yaratmıştı ki Türk karşıtlığıyla bilinen Aşırı milliyetçi Rusya Liberal Demokratik Parti Başkanı Vladimir Jirinovski; “Türkiye bize Belarus ve Ermenistan’dan bile yakın olacak” sözleriyle kamuoyunu bir kez daha şaşırttı. Oysa aynı kişi Türkiye’nin 24 Kasım’da bir Rus uçağını vurarak düşürmesinden üç gün sonra, “Rusya’nın bir numaralı düşmanı” hakkında; İstanbul’u yok etmek çok kolay; Boğaz’a bir atom bombası atmak yeterli. Sular 10-15 metre yükselecek ve 9 milyon insanın yaşadığı şehri yok edecek” demişti. Durumun Batı açısından vahametini Doğu açısından yarattığı heyecanı siz düşünün.

 

Bu konuda sözü daha da uzatmak elbette mümkün fakat özetle iki ülke arasındaki yakınlaşma sonucunda ilk etapta ortaya böyle bir tablo çıktı. Tablonun daha da netleşmesi için şüphesiz beklemek ve olacakları dikkatlice tartmak gerek. Sözlerimi noktalamadan önce bir hususa daha değinmek istiyorum. Bunlar içtenlikle hissettiğim ve tartışılmasında fayda gördüğüm naçizane önerilerim: Türkiye için en doğru müttefikin elde edilmesi konusunda siyasi yatkınlıklar ya da gelenekçi bir anlayışın değil karşılıklı kazanımın miktarının önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye artık dostluk ile müttefiklik kavramlarını belirgin şekilde birbirinden ayırmalıdır.

Türkiye kendi için stratejik önemi paha biçilemez olan nükleer enerji santralinin yapımı konusunda imdadına yetişen Rusya ile ilişkilerini geliştirmeyecekse bile bozulmasına da izin vermemelidir. Bunun neden önemli olduğunu açıklayayım. Dilerseniz Türkiye’nin hava savunma sistemi konusunda çektiği sıkıntıları bir kez daha hatırlatayım. Türkiye bölgesi itibariyle en büyük askeri unsurları içinde barındırıyor veya en azından kamuoyunda kabul gören anlatım budur. Fakat biraz detaya indiğimizde Türkiye’nin kendi hava savunma sistemlerine sahip olmadığı ve ihtiyaç durumunda NATO kapsamında ithal şekilde geçici süre ile gecikmeli olarak ülkemize getirildiği, getirilirken kendi yabancı personeli ile birlikte getirilebildiği ve TBMM’de her seferinde bu konularla ilgili tartışmaların çıktığını hatırlayacaksınız. İnsanın aklına bu kadar meşakkatli bir yol izleneceğine neden Türkiye’ye doğrudan Patriot olarak anılan MIM-104’ler satılmıyor sorusunu getiriyor. Sebebi bariz şekilde belli olsa da (açıklama ihtiyacı duymuyorum) sonuç olarak Türk Hava Savunma Alanı savunmasız kalıyor. Herhangi bir tehdit durumunda Türkiye onlarca teferruatı gerçekleştirip müttefiki devletlerden Patriot’ları istiyor. Bu süreç yayın organlarında günlerce gündemi meşgul ediyor. Başvurudan yaklaşık 5-6 ay sonra Patriotlar riskli görülen bölgelere kendi yabancı personelleri ile getiriliyor. Rica minnet getirilen bu patriotlar aynı zamanda hangi ülkeden getiriliyorsa, o ülkeye karşı nazik olmayı gerektiriyor. Aksi halde en ufak bir siyasi sürtüşmede patriotların geri çekileceği tehdidi üstü kapalı bir şekilde kamuoyuna sızdırılıyor. 2013 yılında Almanya gönderdiği patriotları geri çağırma kararı  almıştı. Türkiye ısrarla talepte bulununca Hollanda ve onlar da gidince İspanyolların patriotları hava sahamızı korumuştu. Bu durum, bölgede saygın bir silahlı kuvvet olduğu iddiasında bulunan bir ülke için kabul edilebilecek bir hadise değildir. Bence tıpkı İran gibi gelişmiş Rus Hava sistemleri olan S-400’ler Türkiye’ce edinilmelidir. Benim şahsi kanaatim ve olmasını umduğum gelişmeleri de size aktardıktan sonra yazımı noktalıyorum. Esen kalın …  


Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap