EVİMDEKİ MİNİ EĞİRDİR MÜZESİ 10. Bölüm
EĞİRDİR GÖLÜNDEKİ TAŞLARIN ÖZELLİĞİ
Cihannümâ’da; Eğirdir Gölü’nün garip
(ayrıcalıklı) bir göl olduğunu ve kenarında, üzerinde Allah’ın ismi yazılı olan
beyaz çakıl taşlarının bulunduğu 641. Sayfasının 22. satırında yazılıdır.
Onbeş
yaşıma kadar içinde yaşadığım ve ondan sonra da sık sık giderek tatlı berrak
sularında yüzdüğüm Eğirdir’in Yazla sahillerinde çakılların üzerine uzanır,
içlerinde bazıları hakikaten gerek şekli, gerek rengi ve özelliği itibariyle
pek cazip olan bu taşlardan toplar, avucuma doldurur ve onları saklardım.
Bunlar yuvarlak, yassı, oval ve diğer muhtelif şekillerde, muntazam ve
kendiliğinden cilalanmış gibi parlak ve matlaşmayan, törpü ile aşınabilir,
delgi ile delinebilir, çeşitli boylarda taşlardı. Pembesi, sarısı,
kahverengisi, siyahı ve alacalıları pek cezp edici ve güzel olurlardı. Göz
önünden ayırmaya kıyamazdım. Bu yüzden bunların yuvarlak olanlarını delgi ile
delip, törpü ile tesbih tanesi şekli vererek ipe dizip, elimden düşürmediğim bir
tesbih, yassı olanları da ahşap içine kakma usulü ile yerleştirerek kutu haline
getirip kullanmaya ve gözümün önünden ayırmamaya çalışırdım.
Bu
taşlardan bir tanesi ayrıca dikkatimi çekti. Cihannümâ’daki yazıdan haberim
olduğu için, bu fasulye tanesi büyüklüğündeki alaca renkli taşı iyice tetkik
ettim. Alaca rengin üzerinde, başka renkte, çok ince minik yarım daireler, düz
çizgiler, noktaların karma karışık dağıldığını gördüm. Her biri istenirse bir
harfe veya harfin parçasına benzetilebilirdi. Ve harfe benzeyen bu çizgiler
tesadüfen “Allah” kelamının yazılışına benzer bir şekilde yan yana gelmiş
olabilirdi. Bu makul düşünce ile Cihannümâ’da yazılı olan o ifadenin doğru
olabileceği hükmüne vardım.
O
sahillerin tabii halinin bugün yok edilmiş olması esef vericidir.
Karçınzade
Süleyman Şükrü Bey de Seyahatü’l Kübrâ’nın 33. ve 46. Sayfalarında Eğirdir
Gölü’nün başka sahillerindeki taşların başka özelliklerinden bahsetmektedir.
Çeviri kitabının 58. sayfasında: “Göktaş, gökçe ve gökçek taştan gelmedir.
Çünkü Göktaş arazisinde bulunan taşlar beyaz ve sarı renklerde ve kase
kırıklarına benzer, güzel manzaralı kayraklar olup biribirine dokundurulduğunda
çinko gibi ses verirler” bilgisini veriyor.
70
ve 71. sayfalarda da: “NİS Adası’nda Şeyh Muslihiddin Hazretleri’nin kabri
şeriflerini ziyarete gittiğimde mezarları önünde yığılı duran taşların ne
olduğunu Nislilerden sual ettim.
Vaktiyle
Taşmedrese’de ilim öğretmekle meşgul olan bu mübarek zatın Nis’e gelmesi
keramet iddiasında bulunmak isteyen rahipleri susturmak ve ihtidalarına
çalışmak niyetiyle olduğu için, manevi mukabelede bulunamayan kafirler
tarafından devamlı taşa tutulması
üzerine keramet göstermeye mecburiyet hasıl olunca, üzerine yağdırılan
kayrakları henüz havada iken kapıp pençesi ile hamur gibi sıktıktan sonra
düşmanlarına doğru fırlatmaya başladığını görmek saadetine kavuşmakla övünen
oradaki dindaşlar, bu taşları tebriken toplayıp vefatından sonra kabirleri
önüne koymuş olduklarını cevaben söylediler.
Mübarek
kabirleri önünde elan yığılı duran bu taşları elime alıp her tarafını dikkatle
ve defalarca gözden geçirdim. Bir insan sulanmamış hamurdan yapılan meleksiyi
yahut normalden ziyade sertleşmemiş çamurdan yapılan topu avuçlayıp sıktığı
zaman tazyikin etkisiyle parmakları arasından nasıl dışarı çıkar ise bu zatın
pençesi içinde yumuşayan bu taşlar da öylece dışarı fırlamış ve hatta avucunun
içindeki çizgiler, derisindeki gözeneklere varıncaya kadar üzerlerine
işlenmiştir” efsanesini yazıyor.
devam edecek