YILIN RÖPORTAJI… (4)
YÖK YÜRÜTME KURULU ESKİ ÜYESİ PROF. DR. DURMUŞ GÜNAY İLE İKİNCİ ÜNİVERSİTE ÜZERİNE SÖYLEŞİ
- SDÜ’ye kardeş ikinci üniversiteye,
- Yapılanma örnekleri
- Tematik ya da butikten çoğulculuğa
- Ana omurga sağlık, ancak...
Sonuç olarak özetlersek şunları söyleyebilirim. Üniversite bilgelik ister. Dünyanın gidişatını göz önünde bulundurulmalıdır. Bir üniversite, kurulur kurulmaz. Dünya Çapında Üniversite (World Class University) olacak değil elbette. Ama genetiği, yani kurgusu, öyle tasarlanmalı ve öyle yürütülmelidir. Üniversite, yetenekleri cezbetmeli, zengin kaynağa sahip olmalı ve iyi yönetilmelidir. Ufkumuzu geniş tutmalıyız. Vizyon ve misyon geniş tutulmalı. Türkiye yakın gelecekte Dünyanın önde gelen aktörlerinden olacağına inanıyorum. Gelişmiş ülkelerinin gelişmiş üniversiteleri var.
Üniversite kentlidir. Tarihte üniversiteler şehirlerde kurulmuştur. Üniversitenin bulunduğu şehir, üniversiteyi taşıyabilmeli. Kent, maddi ve manevi boyutları ile, altyapısı, kültürü ile üniversiteyi bünyesinde barındırabilmeli. Isparta şehir olarak da ikinci üniversiteye hazırlanmalı. Isparta iklim ve coğrafya olarak üniversitenin yaşaması ve eğitim-öğretimi zemini olarak elverişli bir şehirdir. Üniversite bulunduğu kentten beslenir büyük ölçüde. Bir ağacın bulunduğu zemin gibi. Ama meyvesinden bütün insanlık yararlanır. Yerelde barınır ama, bütün ölçü ve ölçütler uluslararası boyutlarda olmak zorundadır.
İkinci veya yeni üniversite, içerik olarak 1. Sağlık araştırma ve sağlık hizmetine, 2. Sağlık alanındaki bütün araç, gereç ve cihazların üretimine yönelik, sağlık teknolojileri araştırma ve geliştirmeye odaklanabilir.
Burada bir anımı paylaşmak isterim. 1980 yılının kasımında, Isparta Devlet Mühendislik Mimarlık Akademisine (IDMMA) asistan oldum. Henüz Yüksek Lisansı bitirmiştim. Makina Yüksek Mühendisi olmuştum. Danışman hocam, rahmetli Ekrem Pakdemirli idi. Ekrem hoca, Y. Lisansı bitirince, sen Isparta’ya git orada akademide asistan ol diye tavsiyede bulundu. O zaman İzmir’de Yapı İşleri 3. Bölge Müdürlüğünde tesisat kontrol mühendisi olarak çalışmaktaydım.
Hocamın tavsiyesin uydum. IDMMA asistan oldum. Akademinin bünyesinde mühendislik programları vardı: Makina Mühendisliği ve İnşaat Mühendisliği. Akademiler Milli Eğitim Bakanlığına bağlı idi. 1976’da kurulan IDMMA, Süleyman Demirel Üniversitesinin çekirdeğidir. Akademi 1982’de Isparta Mühendislik Fakültesi, ve 1992 de kurulan Süleyman Demirel Üniversitesi’nin Mühendislik Fakültesi oldu.
Akademiye giriş sürecim, orada o dönem yaşadıklarım, ayrılışım Türkiye’nin o zamanki durumunun göstergesi olacak ilginç olaylardır. Bu röportajı uzatmamak için onları burada anlatmayacağım. Burada, konumuzla ilgisi dolayısıyla sadece bir olayı anlatacağım. Kütüphane olayını. Akademi, 1982’de Antalya’da kurulan Akdeniz Üniversitesine bağlı, Isparta Mühendislik Fakültesi oldu. Çok sevinmiştik, heyecanlı idik. Her işte durumdan vazife çıkarıyordum. Ispartalı olarak, fakültenin her türlü işinden, hocaların ev tutmasına kadar her şeye koşturuyordum. Biz asistanların adı, 2547 sayılı kanun dolayısıyla, Araştırma Görevlisi oldu. Hoca azlığından, dersleri verebilmemiz için bir süre sonra bizi öğretim görevlisi yaptılar.
1983 yılının sonlarına doğru idi. Fakülte kütüphanesi için önemli miktarda bir bütçe vardı. Arkadaşları kitap almak üzere, Fakülte Yönetim kurulu görevlendiriyor İstanbul’a kitap almaya gönderiyordu. İki defa şahit oldum, kitap almaya giden arkadaşlar ellerinde 10-15 kitaplık bir paket ile geldiler. Ben bir yükseköğretim kurumu ve üniversite için kütüphaneyi çok önemsiyorum. Bulunduğum her üniversitede, kütüphane ile yakından ilgilendim. Sakarya Üniversitesi kütüphanesi ile, o zamanki adı Zonguldak Karaelmas Üniversitesi olan Bülent Ecevit Üniversitesi kütüphanesi ile yakından ilgilendim.
Isparta Mühendislik Fakültesinde, oda arkadaşım Yard. Doç idi ve Fakülte Yönetim Kurulu üyesi idi. O’na dedim ki bir de beni kitap almak için görevlendirseniz de kitap nasıl alınırmış görseniz dedim. bir gün geldi, seni kitap almak için fakülte Yönetim Kurulunda görevlendirdik, yıl sonu yaklaşıyor, kitap alınmazsa bütçe geri gidecek dedi. Bütçenin miktarını öğrendim o akşam İstanbul’a gittim. Öğrenciliğim İstanbul’da, İTÜ’de geçmişti. Mühendislik kitapları basan ve satan Birsen Kitabevi ile Çağlayan Yayınlarına, Y. Dil kitaplarından 2’şer adet, Türkçe kitaplardan 5’er adet listeleyin ve genel kültür kitapları dağıtan ANDA diye bilinen Anadolu Dağıtıma çocuk kitapları hariç, bütün kitaplarınızdan 3’er adet olmak üzere faturasını kesin dedim. İki gün sonra Isparta’ya, Fakülte binasına (Demir köprüdeki Gülkent Ortaokulunun binasına) bir TIR kitap geldi. Giriş kapısından TIR geçemediğinden, kitapları taşımaktansa bahçe duvarını yıktılar ve bahçeye yapılmış olan baraka kütüphanenin önüne kadar TIR geldi ve kitaplar kütüphaneye taşındı. Kütüphane doldu taştı. Kütüphane, yeni yapılan şirin bir baraka idi. Güzel bir kütüphane oldu. Bu arada Dekan bey listeleri görünce kızmış ve küplere binmiş, kitapları geri göndermek istemiş fakat faturalar kesildi diye geri gönderememiş.
Beni çağırdı, bir kağıt uzattı. Bana soruşturma açmıştı. Alınan kitap listesinde, Abdullah Cevdet’in “Karanlıktakiler Aydınlıktakiler”, Tarık Buğra’nın “Firavun İmanı” ve Tefsir kitapları ile şimdi hatırlayamadığım bir iki kitap adı daha vardı, bunları niçin aldığıma dair açıklama istiyordu. Takımlar halinde tefsir kitaplarının Mühendislik fakültesinde ne işi var diyordu. Dekan bey Abdullah Cevdet’i ve Tarık Buğrayı da tanımıyordu. Kitapların adına takılmıştı. Sözlü olarak, bildiğim kadarıyla açıklamaya çalıştım, ve yazılı olarak da cevap verdim. Kendisine şunu söyledim: Ben ufukta büyük bir Isparta Üniversitesi hayal ediyorum, O’na hazırlık yapıyorum. Dokuz yıl sonra 1992’de Süleyman Demirel Üniversitesi kuruldu. Şimdi 24 yaşında. Türkiye’nin büyük bir üniversitesi haline geldi. Öğrenci sayısı itibariyle ülkemizde, 185 üniversite içinde 10. (onuncu) sırada.
Bu soruşturmadan bir ceza almadım. Ama bundan sonra yönetim ile art arda olaylar ile ilişkilerimiz iyice kötüleşti. Başka soruşturmalar da açıldı hakkımda. Hepsi o zamanın kılık-kıyafet, türban, vb. ideolojik konularla ilgiliydi. Hiç birinden ceza almadım. Sonunda öğretim görevliliğinde görev sürem üç ay uzatılmıştı. Bu üç ay içinde ayrılsın, öğretim görevliliğini bir daha uzatmayacağız diyorlardı. İlçesinde, Sütçüler’de, doğduğum, Liseyi okuduğum ve çok sevdiğim ilimden, Isparta’dan, ayrılmak zorunda kaldım. Kendimi kovulmuş hissediyordum. Bu bana çok zor gelen, duygu yüklü, hüzünlü bir ayrılış oldu. Necip Fazıl’ın “Öz yurdunda garip, öz vatanında parya” mısraı aklıma geliyordu. Isparta’dan Sakarya’ya doğru yola çıktığım karlı gece, Türkiye’ye 86 yıldan beri bu kadar çok kar yağmadı denilen, 87 yılının sanki 5 ocak günüydü. Şehrin çıkışında, şehre doğru dönüp, el salladığımı, ey canım Isparta hoşça kal dediğimi hatırlıyorum. Bu olaylardan ve kişilerden şimdi hiç şikayetçi değilim. Ama hatırlayınca tekrar yaşıyorum sanki o olayları.
Devam edecek.
Bizi izlemeye devam edin.