EVİMDEKİ MİNİ EĞİRDİR MÜZESİ 2. Bölüm
2. Bölüm
Çelebi
I. Mehmed Han, Aksak Timur’un tarumar ettiği Anadolu’daki Osmanlı birliğini
yeniden kurmak için gösterdiği çabaların yanında, Eğirdir halkının kendisine
yaptığı yardımlar sebebiyle, onlara minnetini bildiren kitabesini,
Minarealtı’nın kemerinin altına bir künye gibi yerleştirmiştir.
Bir
mimari eserden arta kalan ve beyaz mermere işlenmiş, dantela inceliğindeki
harika arabesk örnekli rozetler, kenar suları, geometrik şekiller, yine bir
zulme daha uğramasın diye olacak bu kemerin etrafına duvarın böğrüne
yerleştirilmişlerdir. Bunlar ayrı ayrı güzellikte sanat eserleridir. Yıkıldığı
binanın haşmetini tahayyül ettirecek malzemelerdir. Uzun uzun bakarım,
fotoğraflarını çekerim, resimlerini yaparım.
Düşünürüm:
Bunlar nereden sökülerek getirilmiş, buraya serpiştirilmişlerdir?
Başımı
yukarıya kaldırır, minarenin ahenkli yapısının inceliklerini araştırırım. Bir
zamanlar bu minarenin bembeyaz gövdesinin her yönündeki uzaklıklardan görülüp
dikkatleri çektiğini ve Minarealtı meydanını bir nur sütunu gibi aydınlattığını
hatırlarım.
Medrese’nin
taçkapısı karşısındaki Ulucami’nin kapısına dönerim, yüzünü incelerim. Medrese
kapısının mukarnasını şekillendiren desenlerdeki ince zevki ve ustalıklı taş
işçiliğini burada göremem. Bundan Hamidoğulları Beyliği devrinde Eğirdir’de
sanatlı taş ustalığının olmadığını anlarım.
Sivri
Dağı’nın yalçın kayalarının gölgesi meydana vurmaya başlayınca anlarım ki akşam
olmakta, zaten yorulmuşumdur. Düşünceli ve mahzunumdur. Taşmedrese kapısının
mermer oymalarını, içindeki sütunların başlıklarındaki süslemeleri, hücre
kapılarının alnındaki eski yazılı satırları, avlunun ortasındaki havuzu görmeyi
başka güne bırakıp, kızaran gökyüzünden akseden renklerin doldurduğu
sokaklarda, avare adımlarımın beni sevkettiği yere yönelirim, giderim. Burası
gölle ufkun birleştiği yerdir. Batının geniş ufku, sarkan söğüt dallarının
arasından, değişen renklerini hare hare suyun yüzüne serip akşamın yaklaştığını
söyler, otururum.
Devrilen
güneşin hafif pembeliği altında yavaşça soluyan parlak gölü ta uzaklardan beri
bir akik gerdanlık gibi dolaşan tepeler morarırken, Adalılar siyah kayıklarının
tatlı kürek şırıltılarıyla uzaklaşırlar. Bu mor akiklerle çevrilmiş boşluktan
buram buram tüten renkler birer birer silinir. Güneşin battığı ufuktaki zeytunî
renk günün son kapısını kaparken, lacivert gökler karanlığını durgun suların
üzerine iyice indirir, göl ay ışığının okşayışlarıyla rehavetli uykusuna dalar
gider. Eğirdir’de akşam olmuştur.
Devam edecek