OTOBİYOGRAFİ -19-

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,OTOBİYOGRAFİ -19-
Haberin Tarihi: 29.7.2015 09:41:00 - Okunma Sayısı:1403 defa okundu.

SAĞLIĞIMDA SEYAHATÜ’L KÜBRA ÇEVİRİSİNİ’NİN BASILMASINI NİÇİN O KADAR ÇOK İSTEDİM?

 

            Can dostum, aziz insan Recep Bozkurt Bey Akın Gazetesi’ndeki makalesinde. “-Recep Bey, şu fani dünyadan ayrılmadan bu eserin basılıp yayınlanmasını ne kadar arzu ettiğimi bir bilsen…” dediğimi yazıyordu. Evet, Recep Bozkurt Bey’e bu arzumu bu mealde söyledim. Fakat bunun sebebini de kendisine açıklamıştım. Konuştuğum diğer kimselere de, konu açıldığında aynı isteğimi belirtmişimdir. Çünkü:

            Bir eser yaratılırken veya bir makale yazılırken özenle gözetilecek ilk şart, doğru bilgilere dayanılarak, hakikatlerden hareket ederek yazıyı hazırlamak ise; eğer bunu yayınlamak istiyorsak ikinci şart da bu yazılanları okuyucuya hatasız, eksiksiz ve tam olarak ulaştırabilmektir. Bu şartlar benim vazgeçemediğim temel prensiplerimdir.

            “Bir resim, altında da bir isim. İçeriğine bakma!” kabilinden, laubalilikle, sayfa doldurma gayreti içinde okuyucunun karşısına çıkmak, yanlış bilgiler vermek, ona saygısızlıktan, hatta hakaretten başka bir şey ifade etmez.

            Seyahatü’l Kübrâ’nın Çevirisi’ni 50 senede ancak tamamlayabilmemin sebeplerinden birisi, bu prensiplerden ilkini hakkıyla yerine getirebilme gayretim idim. Çeviri esnasında bunu uyguladığım kanısındayım.

            Bu endişeyi yok ettikten sonra beni saran daha büyük bir endişe de; eseri okuyucuya arzederken, benim elimde olmadan meydana gelebilecek, mesela dizgi hataları, mesela satır karışıklıkları veya satır kayıpları ve buna benzer başka olumsuzluklar oldu. ‘Mürettip hatası’ dediğimiz, yazarın iradesi dışında, başkaları eliyle yaratılacak bu hatalar, yayınlanmadan önce yazarı veya çeviricisi tarafından görülüp düzeltilmeli, bu iş icabında birkaç defa tekrarlanmak suretiyle en aza indirilip ondan sonra baskıya geçilmelidir. Bu hataların yazar tarafından mı yoksa matbaa tarafından mı yapıldığını okuyucu bilemez, yazar töhmet altında kalır.

            Hele bir de imla noksanlıkları, cümle düşüklükleri ve gramer kaidelerine uyulmaması neticesi ortaya çıkacak diğer aksaklıklar da buna eklenirse o kitap okuyucu tarafından, bir daha açılmamak üzere kapatılır ve rafa kaldırılır, ilgilenilmez, makale ise sonuna kadar okunmaz.

            Karçınzade Süleyman Şükrü Bey’in akıcı üslubuyla, anlaşılır ifadelerle ve ekserisi aşinamız olan kelimelerle yazdığı Seyahatü’l Kübrâ’nın içinde, bizim meçhulümüz olan diyarlara ait anlatımlarda, bize yabancı olan pek çok tabirler, şahıs ve yer isimleri bulunması tabiidir. Yazılışlarının da bizim usul ve kaidelerimizden ayrı olduğu görülüyor. Çeviri esnasında epeyce bir emek sarf ederek bunların doğrusunu arayıp bulmaya çalışmışım ve yazmışımdır.

            Yapılabilecek mürettip hatalarının düzeltilmesinde ilk el ben olduğum için; benden sonra basılacak olursa bunların hakkıyla uğraşacak, farkına varacak kimselerin bulunabileceği inancında olmadığımdan, sırf bunun için kitabın benim sağlığımda basılmasını hakikaten çok arzu ettim. Başka bir niyetim varsa namerdim!

            640 sayfa tutan Çeviri’nin fotokopi yapraklarını, 78 yaşıma ve gözümdeki arızanın okumamı zorlaştırmasına rağmen, kelimeleri, noktaları, virgülleri ve işaretleri tek tek gözden geçirmek suretiyle iki defa elden geçirip, hataları en aza indirmeye çalıştım. Hiç olmaması arzu edilirdi, gayem o idi. Buna rağmen kitapta bulunan az miktardaki hatalar benim için üzüntü kaynağı olmuştur.

            Bir de şunu itiraf edeyim; işi ağıra almamın mazeretlerinden bir diğeri, Seyahatü’l Kübra ile daimi ilişki içinde olmamın zevkinden mahrum kalmamak idi. Bir çocuğa, çok sevdiği bir şeker alırsınız da o, hemencecik bitmesine gönlü razı olmadığı için onu yalayıp yalayıp saklar, sonra tekrar çıkarıp yalar, daha uzun müddet o zevki almayı düşünürse, ben de acele etmeye hiç lüzum görmedim ve o çocuğun aldığı zevki bu kitaptan ve onunla meşguliyetimden doyasıya aldım.

            Sanırım bu ve bunlar gibi daha başka sebepler mazeretimi bu hususta hoş gösterecektir

Resim:

Salih Şapçı’nın çocukları ve torunları.

Üstte: Yasemin: (1966), Salih, Zerrin (1955), Ahmet (1959)

Altta: Mert Korkmaz (2002), Yiğit Çetin (1986), Cenk Salih Şapçı (2008), Buket Şapçı (2005), Ateş Çetin (1983), Efe Korkmaz (1998)

Fotoğraflar Kasım 2010

 

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap