BİR YIĞIN ÖZÜR
Seyahatü’l Kübrâ’nın yazılış macerası, Karçınzade’nin yurt dışına kaçıp, serüvenlerine başlaması ile, kitabın Petersburg’da basılması arasında 6 sene sürdü. Benim onu Yeni Türkçe’ye çevirip kitap haline getirme maceram ise 50 sene sürdü. Bunu niçin böyle oldu? Böyle oldu da dillere destan oldu! Çünkü çeviri basılmadan evvel ve basıldıktan sonra en çok vasıflandırılan husus bu oldu.
Bu uzun müddet içinde, benim idrak edebildiğim kadarıyla, göz önünde olan şartların acele etmeme lüzum göstermemiş olması birinci sebeptir. 58. Sayfaya kadar olan ve Eğirdir konusunu anlatan kısım tamam. İlk evvel onu çevirip yayına hazır hale getirdim ve defalarca yayınlandı. Ondan sonraki kısımlarda, hele yurt dışına firar ettikten sonra dolaştığı yerlere dair verdiği bilgilerde, bazı bölümlerin hiç kimsenin ilgisini çekmeyecek, olmazsa da olurdu kabilinden, sayfa doldurucu kayıtlar durumunda olmaları beni bu işten soğutuyor, çalışmalarımı yavaşlatıyor, durduruyordu.
Bir fevri düşüncelerle hareket etmek vardır, bir de konuyu salim yollardan enine, boyuna, derinliğine ele alarak inceleyip de ondan sonra verilen kararlar vardır. İşte ben bu çeviri esnasında bazı zamanlarda bu feverana kapılmadım değil. Fakat kendimi sakinleştirdim ve hakikatlara daha makul olarak yaklaşma yoluna girdim. “Okuyucuya noksansız olarak sunma” isteğimi ön safa alarak, onları da çevirmeye kendimi mecbur ettim.
Yakın zamanlarda, vaktiyle Eğirdir’de kurulmuş mükemmel bir kütüphanemiz varken, kitaplarının yağmalanıp, binasının temeline kadar yıkılıp yok edilmiş olması örneği, bu memlekette kültüre, okumaya ve kitaba verilen (verilmeyen) değerin ne kadar noksan olduğunu anlatması da moralimi eksi yönde etkiliyor, elimi bağlıyordu. Bunu da “İyilik yap, denize at, balık bilmezse Halik bilir” deyiminin kuvvetiyle yenip tekrar çalışmaya koyuluyordum. Ama bunlar vakit kaybettiriyordu.
Bir diğer husus; çeviriyi tamamladığım zamanda, bunun basımını üstlenecek bir sponsorun bulunması ümidinin çok zayıf olması idi. Kalın içerikli bir kitabın basılması ve dağıtılması, mali yönden külfetli bir iştir. Seyahatü’l Kübrâ’nın Çevirisi’ni merak edip, para verip, alıp okuyacak alıcıların sayısının bu külfeti karşılayacak olmasını da imkan dahilinde görmüyordum. Bu da benim için yavaşlatıcı sebeplerden bir diğeri oldu.
Bir de benim şahsi durumumu göz önüne almak gerek. Bir ben değil ki bendeki! Benim içim kalabalık! Uyum sağlamak gerek: Akıl başka düşünür, fikir başka söyler. Canım bir şeyi çeker, bir yerden itiraz gelir. Gözlerim kendini kollar, beni yorma der. Sinirlerim beni zorlama der. Hepsini ayrı ayrı ikna etmek zor! Oturup kısa zamanda bitireyim dediğin zaman isyan çıkacak! Hele bir de titizlenip, aman yanlış yapmayayım, aman eksik olmasın derdine düşerseniz; lugat karıştırmaktan, atlaslarda yer isimleri aramaktan, ansiklopedileri dolaşmaktan bir tab kalınca da aralıksız çalışmaya imkan olmuyor. Gerçi bunlar da çalışma ama zaman alıcı çalışmalar.