HAZIRLIKLAR, KIRTASİYE
Çeviri faaliyetine “bu iş olacak” diye giriştiğim sırada ihtiyaçlar da bir bir kendini göstermeye başladı. Ayrı yapraklara yazılması halinde, adetleri çoğaldıkça karışıklığa sebep olacağından, 80’er yapraklı, üç adet büyük boy kareli defter alıp bu işe ayırdım. Hem karışıklık olmuyor, hem de yazım daha düzgün oluyordu. Kenarındaki boşluklara da notlarımı yazıyordum. Buna eskiler ‘haşiye’ diyorlar.
Bu defter sayfalarının bir yüzüne, Eski Yazı’dan yaptığım çevirileri aynen, Yeni Yazı ile, Osmanlıca olarak yazıyor, karşısındaki sayfaya da bu Osmanlıca kelime ve cümlelerin bugün konuşulan dile çevrilmiş hallerini yazıyordum. Bu çok yararlı oldu. Defterin birini bu şekilde doldurdum. Yazıları daktilo ile yazıp dosyalamak ihtiyacı kendini gösterince, yeni bir daktilo makinası alıp, kullanmaya başladım.
FERİT DEVELLİOĞLU’NUN LÛGATI
Arap alfabesi ile ve Arapça kelimelerle bu kadar birlikte olmam icabı aşinalığım arttıkça okumam kolaylaştı. Hele değerli kütüphaneci Muammer Ülker Bey’in önerisiyle, Ferit Devellioğlu’nun lûgatına sahip olmam en büyük başvuru kaynağım olarak bu işin daha salim ve sahih gerçekleşmesini sağladı. Bu lûgat 65.000 Arapça ve Farsça kelimenin, Arap harfleri ile yazılışıyla beraber, bugün konuşulan dildeki karşılıklarını veren değerli bir eserdir.
Böyle olunca kareli defterime Yeni Yazı’ya çevrilmişini yazdıktan sonra doğrudan daktilo etmeye başladım. Artık nereye gidiyorsam bavulumda eşyalarımla beraber daktilom, lûgatım ve kağıtlarım da benimle gitmeye başladılar, gittiğim yerde en zevkli uğraşım oldular.
KIRMIZI KAPLI ON CİLT
Tamamı 608 sayfa olan Seyahatü’l Kübrâ’nın 301 sayfasının çevirisini 1991 yılında tamamlamış, daktilo ile yazmış ve şeffaf plastik kaplar içinde, klasörlere yerleştirmiş bulunuyordum. Yani bu işe başlamamdan o yana 36 yıl geçmişti. Bu kadarını yapmamdan gururluydum. Yaşım da 63’ü bulmuştu. Gözler kuvvetini kaybediyor, sinirler zayıflıyor, çalışma zorlaşıyordu. Ne yapacağımı bilemiyordum. Karar verdim: Bu 301 sayfayı fotokopi makinası ile çoğaltıp, el emeğimle ciltleyip kapak geçirerek kitap haline getirip çok yakınlarıma verecektim, öyle yaptım. 1994 veya 95. Bir tanesini kendisine takdim ettiğim Recep Bozkurt Bey’in: “Alıp okuyunca çok heyecanlandım” dediği bu kitap işte bu kitaptır.
TEŞEBBÜSLER
1994 senesinin Eylül ayında, Ankara’dan Bekir Çelik kardeşimden bir mektup geldi. Ankara’daki “Eğirdir Derneği”nin durumunu anlatıyor, dernek olarak bazı kültür hizmetleri yapmayı arzuladıklarını fakat maddi imkanlarının olmadığı, bu arada Seyahatü’l Kübrâ Çevirisi’nin basılmasını da ele almayı düşündüklerini yazıyor, bu hususda Eğirdir Belediye Başkanı’nın belediye imkanları ile basılması sözünü verdiğini bildiriyordu. Bu iyi bir haberdi. Beni heyecanlandırdı, sevindirdi. Belediye Başkanı’nın bir şartı vardı: Kitabın yarısının değil, tamamının basılmasını istiyordu. Bu halde benim için yola devam etmekten başka çare kalmıyordu. Bu heyecanla, ilk yarısını 36 yılda yaptığım çevirinin kalan diğer yarısını 2002 yılının son günü tamamlayarak 11 yılda bitirme süratini göstermiş oldum.
Yine bu yıllarda Eğirdir’e uğradığımda Altan Kurtay’ın matbaasını ziyaretim sırasında konu Seyahatü’l Kübrâ’ya gelince sorması üzerine bu vaziyeti ona da anlattım. İlgilendi. Sponsor konusunda araştırma yapacağını samimiyetle ifade ediyordu. “Göltaş” Kuruluşunun, kültür hizmeti olarak Isparta ile ilgili bazı eserleri kitap halinde yayınlandığını biliyordu, onlara teklif yapacaktı. Bu kırmızı kaplı çeviri kitaplarından iki tanesini kendisine verdim. (16 Mayıs 2003) O da ilgililerle konuşup, okumaları için birini bırakmış, bir netice çıkmadı. Altan’a bu ilgisinden dolayı minnettarım, emeği geçmiştir.