BAHÇE ARALARINDA YÜRÜYÜŞLER
Isparta o zamanlar gurbet idi. Gurbette arkadaşlık başka oluyor. Okulun olmadığı zamanlarda, bazen arkadaşlarla buluşur, Isparta’nın kırlarında, bahçe aralarında uzun yürüyüşler yapar, konuşur, gülüşür, eğlenir, hoşça vakit geçirirdik. Hayatın akışı içindeki uzun yolculuğa hazırlanma gayretlerimizi bu sohbetlerde birbirimize açıklar, fikirlerimizi söylerdik.
Bu yürüyüşlerden birinde geçen, komik fakat olumsuz bir olayı unutamıyorum. Bir bahar günü İsa Köklü (1926-1999). Ali Rıza Erdoğan, Hulusi Dinçkol (d.1927), Mehmet Savaş (1925-2001) ve ben, yine Isparta’nın yukarı taraflarındaki bahçe aralarından geçerek epeyce bir açılmışız. Dönüşümüzde güle oynaya gelirken, bir bahçenin alçak taş duvarının arkasında, baharın bütün tazeliğini üzerinde taşıyan ve lebaleb yeşil, parlak canerikleriyle yüklü dalları yerlere doğru meylemiş erik ağacını görünce ister istemez durduk. Oldukça uzun bir yürüyüşün verdiği susuzluğumuzu ve açlığımızı o anda mı fark ettik, nedir? Birimiz bahçenin, kapak tahtalarından yapılmış, eğreti bahçe kapısını aralayınca hepimiz kendimizi ağacın altında bulduk. Bir taraftan sulu ve mayhoş erikleri yeyip bir taraftan da ceplerimizi doldurmaya çalışıyoruz.
Bizim girdiğimiz kapıdan bir adamın içeri girerek kapıyı kapattıktan sonra bize dönüp dikildiğini ve eliyle bize, gelin diye işaret ettiğini görmemizle bizde hoşafın yağı kesildi. Erikleri yiyen çenemiz kilitlendi, gülen yüzlerimiz donuklaştı, benzimiz attı, olduğumuz yerde donduk kaldık. Adamcağız ısrarla, el işaretiyle bize yanına gitmemizi işaret ediyordu. Bahçe sahibi olduğunu ve paparayı yiyeceğimizi zannederek, istemeye istemeye yanına vardık, bekliyoruz. Hepimizin cebine şöyle bir göz attıktan sonra, cebinden yağlık dediğimiz kocaman mendilini çıkardı, toprağın üzerine serdi: “Çocuklar, topladığınız eriklerden bana da verin.” Deyince, cebimizdeki eriklerle mendili yükledik. O, mendilin dört ucunu bir araya getirip torba yapmaya çalışıyorken, yanımızda kalan eriklerle biz sevinerek çoktan toz olmuştuk.
O günlerdeki yaşantımızdan bu mesajları vermemin sebebi, hayatımızı yönlendiren düşüncelerin ve ideallerin polenlerinin kafamızın içine düştüğü ortamı belirtmek, gelişip filizler verdiği çağı canlandırmak içindir. Mesela bana: -Seyahatü’l Kübra ile ilgilenmek ne zaman aklına düştü? Diye sorarsanız: -İşte o zaman! Derim. Belki doktor olmak İsa’nın, memur olmak Hulusi’nin, serbest çalışmak Ali’nin aklına o zamanlarda takılmış oluyordu. Mehmet Savaş’sa mesleğine çoktan başlamıştı bile: Fotoğrafçılık.