Görkemli sedir ağaçlarını barındıran Çığlıkara ormanları
Yusuf Yavuz
Türkiye’nin orman varlığının en önemli topluluklarından biri olan sedir ağaçları, uzun ömürleri ve dayanıklı yapılarıyla binlerce yıldır anıtsal yapılarda ve gemi inşasında kullanılıyor. Isparta’nın Eğirdir ilçesinde bulunan Selçuklu döneminden kalma tarihi Hızırbey Camii’nin sütunlarında kullanılan sedir ağaçları, dayanıklı yapısıyla zamana meydan okuyarak bu önemli ibadet merkezini ayakta tutuyor.
Eğirdir’in en büyük camisi olarak bilinen ve 3 bin kişinin ibadet edebileceği büyüklükte olan Hızırbey Camii’nin Selçuklular döneminde depo olarak yapıldığı, ancak 1327-1328 yıllarında Emirlik yapan Hızır Bey tarafından onarıldığı belirtiliyor. Ünlü seyyah İbn-i Batuta’nın 1333 yılında ziyaret ettiği Eğirdir’le ilgili notlarında bu camiden de söz etmesinin yanında Ispartalı tarihçi Böcüzade Süleyman Sami (1851-1932), 1814 yılında çıkan büyük bir yangınla Eğirdir Kalesi içindeki evlerle birlikte tamamıyla yanan Hızırbey Camii’nin, vakıf gelirleri ve halktan toplanan paralarla yeniden yapılmaya çalışıldığını ancak bu girişimin sonuçsuz kaldığını aktarıyor.
FETVA İLE CAMİ YAPIMINDA KULLANILAN
KATRAN AĞAÇLARI
O yıllarda Eğirdir Müsellimi olarak görev yapan Yılanlıoğlu Ali Ağa’nın ilçenin Yazla bölgesinde bulunan Baba Sultan Türbesi’nin koruluğunda bulunan katran (sedir) ağaçlarının cami inşaatında kullanılması için müftüden fetva alarak koruluktan temin edilen sedir ağaçları ve halkın yardımlarıyla aslına uygun olarak Hızırbey Camii’nin yeniden inşa ettirildiğini belirten Bözücade, 1820 yılında ibadete açılan caminin ahşaptan yapılan müezzin mahvilinin ilerleyen yıllarda bir kaymakam tahrip edildiğini aktarıyor. Geçmişte kubbemsi olan caminin çatısı ilerleyen yıllardaki onarımlarda dikdörtgen biçime çevrilmiş. Prof. Dr. Eşref Adalı, bu çatının katran ağaçları üzerinde durduğunu aktarıyor. Baba Sultan türbesinin hemen karşısında bulunan o korulukta bugün de varlığını koruyan sedir topluluğu tarihe tanıklık etmeyi sürdürüyor.
Yöre halkı tarafından Ulu Camii olarak da bilinen Hızırbey Camii, görkemli taş işçiliği ile yıllara meydan okuyan Dündar Bey Medresesi’yle karşı karşıya bakan konumuyla Eğirdir’in tam merkezinde yer alıyor. Büyük yangının ardından küllerinden yeniden doğarak 1820’de ibadete açılan Hızırbey Camii, 1969 yılına kadar birçok kez onarım görmüş. Eğirdir Gölü’nün yükselen sularının camiye girmesi, tabanındaki ahşap dokunun altına betonla kaplanmasına neden olmuş. Camiden bağımsız olarak inşa edilen minare ise Dündar Bey Medresesi ile camiyi birleştiren duvarın üzerinde yükseliyor.
AHŞABA VE TAŞA İŞLENEN MÜHÜR
Hızırbey Camii, Anadolu’nun kimliğini oluşturan ve tespih taneleri gibi dört bir yana yayılan binlerce yapıdan sadece biri. Ahşabı ve taşı şiir gibi işleyen yapı ustalarının mührünü taşıyan kanatlı kapısı ve taç kapıda, sonsuzluğu simgeleyen geometrik motiflerin yanında, dallar, yapraklar, çiçekler…
ÇADIRI AYAKTA TUTAN DİREK
Eski Türklerde çadır, gök kubbenin, bir başka deyişle kozmozun simgesidir. Selçuklu’dan bu yana anıtsal ve dini yapılarda çadır formu kullanılmış, yapıların kitabelerinde ve süslemelerinde kozmozu simgeleyen motifler işlenmiştir. Cami kubbeleri de benzer biçimde gökyüzünü simgeler. Çadırın ortasındaki direk ise gök kubbeyi ayakta tutan kutup yıldızıdır. Bir başka deyişle kutup yıldızı, yani direk göğün çivisidir. O direğin yıkılması durumunda gök kubbenin çökeceğine inanılır. Bir şeylerin kötüye gitmesini anlatmak için kullanılan “Çivisi çıkmak” deyimi buradan gelir. Çadırdan yerleşik yaşama geçişte ortaya çıkan konutu ve yaşamın sürekliliğini ifade eden; ata, baba, eş, oğul için söylenegelen “Evimin direği” deyiminin kökleri buraya dayanır.
DİREĞİ ÇEKERSENİZ
GÖK KUBBE YIKILIR
Binlerce yapı gibi Eğirdir’deki Hızırbey Camii’nin de kubbesini yıllardır ayakta tutan sedirler, adeta birbirine kenetlenerek sıkışık bir topluluk oluşturuyorlar. Bu sıkışıklık onlar için bir olumsuzluk değil, bilakis avantaja dönüşüyor. Sedir topluluklarını oluşturan birbirine yanaşık on binlerce ağaç, ışığa ulaşmak için yavaş yavaş ve sabırla, ışığı bölüşerek başlarını göğe uzatıyor. Bir sedir 80 cm gövde çapına ancak 300-400 yaşlarında ulaşabiliyor. Bu yüzden sedirler sabrın ve direncin simgesi. Bu yüzden sedirler, Anadolu coğrafyasının direkleridir. O direkleri çekerseniz gök kubbe başınıza yıkılır.
‘BOZUK ORMAN’ DİYE
SEDİRLERE KIYIYORUZ
Anadolu halkının çoğu yerde katran ya da ‘gatıran’ olarak andığı sedir ağacı, bu topraklarda yeşeren uygarlıkları ayakta tutan en önemli ekonomik değerlerden biri olmasının yanında, kültür ve inancı da etkilemiştir. Likya beylerinden Romalı tüccarlara, Osmanlı derebeylerinden Cumhuriyet Türkiye’sinin ağalarına kadar zenginlik peşinde koşanların binlerce yıldır sahip olmak için büyük savaşımlar verdiği sedir ormanlarımızın dünyada bir benzeri daha yok. Ancak ekolojik olarak da Anadolu coğrafyasını eşsiz kılan türlerden biri olan ve gözümüz gibi korumamız gereken sedir ormanlarımız ne yazık ki son yıllarda büyük bir aymazlık örneği olarak taş ocaklarının tahdidi altında. Özellikle dünyanın en yoğun sedir popülasyonunun bulunduğu Antalya bölgesinde ruhsatlandırılan 3 bin 500 civarındaki taş ocağının tamamının faaliyete başlaması durumunda ortaya çıkacak felaketin boyutları insanı dehşete düşürüyor. Sedirlerin varlığını sürdürdüğü Isparta sınırları da taş ocaklarından yoğun biçimde nasibini almış durumda. Yetkililere bakılırsa ruhsat verilen alanlar ya ‘bozuk orman’ statüsünde ya da orman dışı alan olarak tanımlanıyor. Ancak merkezi yönetimin denetiminde olan ruhsatlandırmaların ne kadar isabetsiz olduğu Çığlıkara gibi sedir ormanlarının merkezi konumundaki bölgelerde bile göz göre göre kıyıma neden olmasından anlaşılıyor. Bir toplumun, kültürün ve inancın dayanaklarından biri olan sedir ağaçlarının yine o toplum tarafından hoyratça harcanması ne acı bir çelişkidir.