DEVLET BİZE BAKMIYİR(1)
Eylül’ün 20-23’ünü kapsayan bir gidiş gelişimiz oldu Güneydoğu’ya. 20 Eylül günü 19.00 sularında Eğirdir’den başlayan yolculuğumuz, kısa molalarla sürdü. Çiçeği burnunda bir öğretmenimizi atandığı yere götürüyoruz. Otobandan, E5’ten derken Suruç’a 15 kilometre kala tan attı. Gözlerimizi dinlendirdik. Suruç’a girdik 07.45’te. Nüfus 101 bin yazıyordu. İğne atsan yere düşmeyecekti caddelerde, sokaklarda. Suriye’den kaçanlar doldurmuştu. Sefalet ve rezillik diz boyuydu.
Suruç’tan ayrılıp kısa yoldan Bozova’nın yolunu tutuyoruz. Asfalt bir yol. Köy yollarının tamamı asfalt ama yollarda aşınmalar olmuş. Batının çoğu köy yollarından farkı yok, bakımsız. Bozova’ya yaklaşana kadar çoğunluğu Antep fıstığı, kısmi olarak da zeytin dışında yeşillik göremedik. Bozova’da gideceğimiz köyün adını sorduk, karşımıza çıkan marketteki genç arkadaşa. Kürtlerin yaşadığı coğrafyada köyler, genellikle eski adlarıyla bilinir. Köyü eski adıyla sorabilsek, yanıt alabilecektik. Emniyete sormamızı salık verdikten sonra:
“Hangi parti? Biz BDP’den.” dedi. Diyaloga geçtim.
“Sen market işletiyorsun değil mi?”
“Evet.”
“Burada satacaklarını kendin mi alıyorsun.”
“Evet.”
“Burayı açık tutmazsan, kazanabilir misin?”
“Hayır.”
“Bizim parti bu.” dedim. “Üç küçük su ver, paramız nasip olsun.” deyip, suyumuzu aldık, çıktık. Az ilerde petrol istasyonu vardı. Bu kere orada bulunanlara sorduk. Köyün yolunu tarif ettiler. Köyün yolunu tuttuk. Adıyaman-Şanlıurfa çiftli yolunun tamamlanmış kısımları vardı. Yol inşaatı sürüyordu. Yol boyunca pamuk tarlalarını görüyoruz. Antep fıstığı ve bağ dikili alanlar da vardı. Yol kıyısında Antep fıstığı ve üzüm satan birinden fıstık ve üzüm aldık. Köy yoluna saptık. Bakımsız, asfalt köy yolu boyunca pamuk tarlalarında çalışanları, pamuk işçilerinin derme çatma barınaklarını görüyoruz. Antep fıstığı yer, yer sürüyor. Yol üzerindeki köylere sorarak ilerliyoruz. Nihayet bir önceki köye pamuk sürüyor. Burayı kurtuluyoruz. Yeşillik bitiyor. İki kilometre sonra sorduğumuz köye ulaşıyoruz.
Okul, köyden 200 metre beride karşıladı bizi. Derslik, zeminle birlikte üç kat olarak henüz yapılmıştı. Dört daireli lojman ihmal edilmemişti. Bahçe, demir kafesle korumaya alınmıştı. Bahçede tel kafesle çevrili basketbol sahası yer alıyordu.
Okul bahçesine on metre açıktan paralel uzanan kocaman sulama kanalı, köyün ilk evlerine 200 metre beride yer alıyordu. Arazideki engebe sıfır düzeyindeydi. Yeşillik adına belirti yoktu. İki kilometre gerideki köy yeşillikler içindeydi. Öğretmenler köydeydi ama okulun eşyası tamamlanamadığından okulu henüz açamamışlardı. Taşımalı öğrenci de gelecekmiş. “Pamuk bitmeden öğrenciyi zor toplarsınız okula.” dedim, genç müdür arkadaşımıza.
Köyden birisi geldi. Şu boşuna akan kanal kafama takılmıştı. Adama bu kanaldan neden yararlanmadıklarını sordum. “Suyu tarlamıza götürecek gücümüz yoktur. Devlet bakmıyir.” dedi. Kanal boyunca uzanıyordu tarlalar.
Günlerden pazardı. Atatürk Barajı’nı görelim dedik. Baraj girişinde Devlet Su İşleri’nin konukevi vardı. Baraja yaklaşmak yasakmış. Ancak uzaktan bakılabilirmiş. Görmekten caydık. Akşam yakındı. Burada kalalım dedik. Baktık, hijyen yoktu. Ver elini Şanlıurfa… Yollar, inşaat halindeki bölümleri saymazsak hava alanı gibiydi.
Devamı yarın…