ÇIRANIN YAĞLISI
Geçtiğimiz günlerde bu köşede ve sekiz farklı günde demokrasiyi anlatmıştım. Bugün ise, demokrasi diye yaşadığımız birkaç çarpıklığa bakalım istedik.
Demokrasi, vatandaşların politikayı şekillendirmede eşit hakka sahip olduğu bir yönetim biçimidir. Demokrasilerde seçme ve seçilme hakkı vardır. Bunları biliyoruz ama çoğunluğun yönetimi olması bakımından “çoğunluğun kararının her zaman doğru olmadığı” çekincesini görmezden gelemiyoruz. Azınlık haklarını güvenceye alması yönüyle de demokrasi tarihi şüphelerle doludur.
Hele demokrasiye “fakirin yönetimi olduğu” vurgusunun yapılması yok mu, deme gitsin. Demokrasilerde fakirin iktidarda olması bir yana, fakirin yönetildiğine dair örnekleri zihnimizden silemiyoruz. Neden mi? Fakir-fukara, garip-guraba dediğin insan iktidara nasıl gelsin? Uygun sıradan vekil seçilebilmek için partiye 1 milyon bağış yapacak. Seçim kampanyası için 1 milyon demeyelim de (su parası bile olmaz ya) haydi 500 bin harcayacak. Zaten fakirin 1 buçuk milyonunun olması hayal bile edilemez.
Politika bir KAMU hizmetidir. Kamu çoğunluğuyla ulaşılan iktidar koltuğunun, kamudaki sosyal eşitsizliği yok etmede başarısızlığını göz ardı mı edelim? Demokratik olmayan uygulamalarını, demokrasi diye yutturmaya çalışan iktidarlar yokmuş gibi mi davranalım? Bireylerin öz iradelerinden kaynaklanan iktidarla uyuşmama durumunu dikkate almayalım mı? Uyuşmayanlar ülkeyi mi terk etsinler? Uyuşmazlığın dikkate bile alınmadığı, ayrıştırıldığı, ötekileştirildiği politikalarda “halkın çoğunluğunun iktidarı” demokrasi adını alabilir mi? Satın alınabilen bir halk çoğunluğu olabilir mi?
Sorular… Sorular… Sorular… Biraz da matematik karıştıralım. Bir seçim sonunda:
K partisinin=% 40,
L partisinin=% 30,
M partisinin=%15,
N partisinin=% 9,
Z partisinin=% 6 oranlarında oy aldıklarını var sayalım.
Şu anda ülkemizde %10 barajı olduğuna göre, N partisi ile Z partisinin toplamda %15 oyları olduğu halde meclise temsilci göndermeleri mümkün değil. Oy oranları toplamı %45 olan L partisi ile M partisinin iktidar olmaları mümkün değil. Çünkü oy oranı %40 olan K partisi, iktidar yeter sayısının çok üst ünde vekil çıkarır. Son otuz yılı böyle gördük.
Böylece matematik denilen bilim de bu sistemde iflas etmiştir. Yani:
Matematik ifadesiyle:
%40>%30+%15+%9+%6
Kısacası: (40>60); (KIRK, ALTMIŞTAN BÜYÜKTÜR.) LLLLL
Demokrasinin, azınlık haklarını gözeten yönetim olma özelliği var. Azınlık kavramı, etnik azınlık üzerinde yoğunlaşır. Ancak inanç, uyuşmama, N partisinin %9 ve Z partisinin %6 oranları da bir azınlık oluşturur.
İki arkadaşımın bizzat tanık olduğu bir “vak’ayı hayriye” ile konumuzu renklendirelim. Doğum sancıları çeken kadın yakınları tarafından son anda doğumevine yetiştirilmiş. Bebek kurtarılmış ama annenin durumu tehlikedeymiş. Doktorlar doğum yapan anneye ve yanındakilere acilen ameliyat olması gerektiğini söylemişler. Onlar karar verememişler. Derken doğum yapanın eşi gelmiş. Durumu ona da anlatmışlar. Eşinin verdiği yanıt ise “Şeyhime bir sorayım.” olmuş. Açmış telefonu şeyhine. “Vak’ayı hayriye”, “vak’ayı şerriye” olmuş mudur bilemiyoruz. Sonrası için arkadaşlarımın tanıklıkları yoktu.
Bu olay, öz iradeden kaynaklanan uyuşmazlık değildir. Bunun adı, dinin ilahi, tarikatın beşeri olduğunu bilmemektir. Bunun adı, peygamberin Hak’tan, şeyhin beşerden geldiğini ayırt edememektir. Bu tür anlayışlar da demokrasilerde yeşerir. Çoğunluğa dönüşmeyeceğinin garantisi yoktur. Çoğunluk olduğunda demokrasinin sözü olmaz ama tomakrasinin belki…
Anlatılır ya: Hoca, ormandan bir yük çıra sarmış. Eşeğinin sırtındaki çıraları test etmeye kalkmış. Tutuşturmuş çıranın birini. Çıra yağlısındanmış ki, söndürememiş. Ötekiler de tutuşmaya başlayınca, “Aklın varsa göle koş.” diyerek eşeğe yol göstermiş.
Ve… “Alo şeyhim! Cumhurbaşkanlığı seçiminde kime oy vereyim?”
(Ramazan Bayramının, ezilen uluslara iyilikler getirmesini dilerim.)