E.K.T. BEYİN - 38-39

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,E.K.T. BEYİN - 38-39
Haberin Tarihi: 15.7.2014 10:11:00 - Okunma Sayısı:1518 defa okundu.

1. BÖLÜM

      

ROBOT MUYUZ?

            Dünyada Yaşamın Başlangıcı

            Dünyada yaşamın başlaması için, yaşamın temel taşları olan organik maddelerin, aminoasitlerin ve DNA ile RNA’nın yapısında var olan nükloid asitlerin bir şekilde

dünya ortamında (okyanuslarda, göllerde, sıcak su kaynaklarının aktığı yerlerde) bol miktarda var olması gerekmekteydi. Bu konuda doğru fikir yürütebilmek için 4.5 milyar yıl önce soğuyarak var olan dünya gezegeninin atmosferi ve içerdiği elementler konusunda doğru tahmin yapmak gerektiğiydi. Sıcak su kaynaklarının bile sığ okyonus sahillerinde suda çözünmüş amonyum (NH4), metan (CH4) ve karbondioksit (CO2)’i (veya su yüzeyindeki atmosferdeki gazları) reaksiyon olabileceğini gösterir. 

            Stanley miller, eser miktarda amonyağın bulunduğu ortamlarda yaptığı deneylerde organik maddelerin ve aminoasitlerin sentezlendiğini görmüştür. (Yaşamda 20 çeşit temel aminoasit bulunduğu bilinmektedir. Aminoasitler, nükleik asitlerin yoğunlaştığı otamlarda termal proteinler ve RNA, otokatalitik RNA ilk genetik bilginin şekillenmesinde rol aldığı söylenmektedir.) 

            Her şey büyük patlama ile başladı. Güneş sistemi içerisinde dünyada var olan insan, tarihsel süreci içerisinde gelişti. Bedenle birlikte beyinde çevreye uyum sağladı, kimliğini kazandı. Yalnız insan, yaşamak için çabalıyordu. Karnını doyurmak ve korunmak zorundaydı. Normal koşullarda bunları yapabilirdi. Doğanın ve diğer canlıların vahşiliği karşısında insan korktu. Değişmek ve karmaşıklığı çözmek, savunmak zorundaydı. Savaşıyor, bazen enerjisi yetmiyor, ekip halinde çalışmak gerekiyordu, topluluklar oluştu. Ekip halinde çalışmanın kuralları vardı. Çevre insanı şekillendiriyordu. Sorunları çözdü, haz duydu mutluydu.

            Kaynakların kısıtlandığını gördü, insanın değil toplumun çıkarları oluştu. Toplum içerisinde yaşamak için başkalarını yok etmek mi gerekiyordu? Bu hazımsızlık, yok etme neden? Artık toplum gücünü eline geçirenler, dengeyi kaçırmıştı. Yeni bir düzen, denge kurulmalıydı. Nasıl?

      Hayata ağlayarak başlamışım, çok ağladığım için de ağzıma bir parmak lokum vermişler. Sonra bu tat, çok zevk vermesin diye beşiğe bağlayıp; uyutmak için sallamışlar. Çok meraklı ve hareketli olduğum için; evde sofanın korkuluklarına bağlayıp avuttuklarını söylerler.

            Yavaş yavaş kendime geldiğinde; dedem elimden tutup, şimdiden öbür dünyaya alışsın diye Cami’ye götürmüş. Sessizce kaçmışım; beni arayıp bulmuşlar. Ergenlik öncesi dinini öğrensin diye; hocaya gönderdiler, gittim. Dilimi öğrenmeden, dinimi öğrenmek zor geldi. İlkokula başladım, dilimi öğreniyordum. Hoca (/öğretmen) bile hızıma şaşırıyordu. Bu başkaydı, ufkum açılıyor, dünyayı tanıyordum. Gençlik çağıma kadar; dertsiz, tasasız (acısıyla, tatlısıyla) kararlılıkla öğrendim, öğrendim. Hayatımızın ne kadarı kendimizindi. Ergenlik çağında; yaşamak için kendime yol çizmeye çalışıyordum. Kırk, elli yıl sonrasını düşünüyordum. Bize biçilmiş hayattan, kendime bir yaşam bulmaya çalışıyordum.

            O zamanlar, çevre düzeni doğaldı. Çocukluk yıllarında betonarme binaların olmadığı, ahşap evler, bahçeleriyle göle uzanmış yeşil ile mavi birleşimi doğal bir görünüme sahipti. Yapılaşma ovaya değil göle doğruydu. Tarım yapılan bahçelerde evler tek katlı ve kerpiçten olurdu. Üzüm ve birkaç meyve çeşidi ve kuru tarım (buğday, arpa) yapılırdı. Balık yönüyle zengin gölden su içilirdi. Terzi, ayakkabı tamircisi ve berber esnafı genel olarak çarşının ağırlıklı işyerini oluştururdu. Elektrik evlere yeni geliyordu. Motorlu araçlar yeni yeni yaygınlaşıyordu. Geçim kaynaklarının fazla olmaması nedeniyle, İstanbul ve Ankara’ya sürekli göç veriliyordu. Kışlar özellikle çok soğuk, yaz mevsimi kısaydı. Eğitim bir ilkokul, bir ortaokul ve yeni başlayan liseydi. Kütüphanenin tek ciltlik hayat ansiklopedisi bir hazineydi. Evlere lambalı radyolar, Türkiye ve dünyadan haber veren iletişim kanalıydı. Manyetolu telefonlar ile bir iki saatte karşı taraf ile görüşülebilirse bir kazanç sayılırdı. Böyle bir ortamda dünyayı tanımak çok zordu. İnsanlar arasında ayrıcalık yoktu. Türkiye yoksul, gelişmekte olan ülke, bizler ise geleceğe umutla bakan, yerli malı kullanan dünyanın çalışkan insanlarıydık…

  Ergenlik çağına kadar, bize biçilen bir elbise giyiyorduk. Bu elbisenin deseni, şekli, kalıbı belliydi. Hayata atıldığımızda terziler çoğaldı. Baş terzi olan ben, kendime uygun bir elbise çıkarmaya çalışıyor, diğerleri (/hayat) sağından solundan çekiştirmeye çalışıyordu. Çekiştirenler (aile, çevre, okul) idi. Artık burada kontrolü ele almak vakti gelmişti. Bir şey olunacaksa mühendis olmalıydım. Dünyayı en doğru algılayabilecek, başarılı olacak bir robot olacaktım. Benim yaşadıklarımı yaşamayacaktı. Babamların ahşap iki katlı penceresinde camları olamayan, pencereye çul takarak yaşadıkları bir evden taşınmış, ahşap iki katlı penceresinde cam olan, yemeklerin bir tencereden ortak yendiği, odun sobası ve mangalla ısıtılan bir evde yaşıyorduk. Dünya ile ilişkimiz ahşap bir radyo idi.

devam edecek

 

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap