KİMYALI MASAL
Ülke’nin birinde “Bana dokunmayan yılan bin yaşasın” diyenler yaşarmış. İşte onlardan biri okumuş. Kimya öğretmeni olmuş. Neden matematik, fizik, felsefe… Öğretmeni değil de kimya öğretmeni? Çünkü ülkenin ve insanlarının kimyası bozukmuş. Uzun sözün kısası, öğretmen bir okula atanmış. Okulda kendisine haftanın farklı günlerinde ve haftanın iki mesai günü boş olmak üzere on bir saat ders düşmüş. Sevinmiş sevinmesine de, acaba bir güne sığabilecek sayıda ders verilemez miymiş? Ya da on bir saat ders bir güne sığdırılıp bu gün pazartesi yapıldıktan sonra diğer dört günle birlikte iki gün tatil birleştirilemez miymiş? En haklısından böyle düşünmekteymiş. Hani daha küçücükken, burnunu bile silemezken başladığı birinci sınıftan itibaren “Doğruyum, çalışkanım.” (=Demek ki neymiş? Andımız, amacını gerçekleştiremediği için hükümetimiz kaldırmakta haklıymış!?) andını içe, içe kat ettiği yılların hatırının, öğrendiği etik değerlerin yeri ve sırası mıymış şimdi?
Görevinin ilk günü hamle yapmak uygun düşmez diye düşünmüş. Az ve uz zaman sonra hamleye karar kıldıktan sonra derslere girip çıkmaya başlamış. Başlamış başlamasına da, alıcılarla verici arasında havalar beklenildiği gibi esmiyormuş. Ama bizimki havaları sorgulamak yerine kafasını sürekli kurcalayan ve haftanın birinci, olmadı ikinci gününü de kapsayan mesaiyi gerçekleştirmek için okul yöneticisine müracaat eylemiş ve şunu demiş:
“Benim şu on bir saat dersi pazartesiye yapamaz mısınız? Pazartesiye sığmadı diyelim. Salı da olabilir.”, demiş.
Yönetici önce şaşırmış. Şaşkınlıktan bir de hapşırmış. Kızmış ve kızarmış. Ancak terbiyesini bozmamış, yanıt vermiş:
“Öğretmenim, zaten iki gününüz boş. Bu isteğiniz dünden boş, sizse olmuşsunuz mest’i sarhoş.”, demiş.
Demiş demesine de, adaletli davranmadığı gerekçesiyle başta talepçinin boyunu aşan azarlarını da işitmiş. Duygularına egemenliği elden bırakmayan yönetici:
“İsterseniz, adresinizi verin. Girdiğiniz sınıfları, oturduğunuz dairenin bitişiğindeki daireye taşıyalım.”, deyivermiş.
Az geçmiş, uz geçmiş. Dere, tepe düz geçmiş. Bir gün idarecinin telefonu çalmış. Telefonu kaldıran idareci, yukarılardan birilerinin “ol hadise için” aradığını anlamakla kalmayıp öğretmenine hakaret atfı başta olmak üzere bir düzine fırçayı yiyivermiş. Üstene üstlük, ilgilinin isteğinin yerine getirilmesi ve sonuçtan yukarıdakine bilgi verilmesi tuz biber değil miymiş?
Erenler eriyormuş muradına ve (…) üç nokta…
***
Kışlada bayrak indirilmiş. Yollar kesiliyormuş. Size ne canım? Bir köyümüzde “Bana ne vatandan? Ben, elma para ediyor mu, ona bakarım.” diyen çiftçi gibi düşünün. Önceliğiniz bir zamanlar bir kilosuyla bir litre mazot alabilirken, artık beş kilosuyla bir litre mazot alabildiğiniz elmayı vatanın önünde tutmak olsun. Cebinize, midenize girene bakın.
Size ne kimyadan? Size ne vatandan?
***
Soma’yı unutmamak adına:
“Esmer bedenlerin
Kara ömür müdür kaderi?
Bahtı mıdır kara vicdandaki kara sömürü?
İhmaldedir yara, şimdi ağlamak, kaç para?”