ŞİMDİ HIDIRLIKTA OLMAK VARDI!

eğirdir haber,akın gazetesi,egirdir haberler,son dakika,ŞİMDİ HIDIRLIKTA OLMAK VARDI!
Haberin Tarihi: 13.6.2013 10:30:00 - Okunma Sayısı:1403 defa okundu.

ŞİMDİ HIDIRLIKTA OLMAK VARDI!

 

            Bazen yağmur da yağıyor; rüzgarın uzun binaları salladığı da oluyor.

            Fakat sıcaklar bastırınca beton yığınları ateş saçıyor! Gökdelenler, eskiden on-on beş katlıydı. Hatta bürom, adı da gökdelen olan o on beş-yirmi katlı yapının yedinci katındaydı. O zaman köy olan Sincan'dan, hatta Akşehir, Konya ve Yalvaç'tan gelen dostların bazıları; yedinci katın penceresine; "Olur da, sokağa düşüveririz" diye veya başları döndüğü için, korkudan yaklaşmazlardı. Şimdiki evimiz; otuz altı katlı bir binanın on sekizinci katında! Bu ruhsuz binalarda, komşuluk diye de bir şey yok. Ben büromda gelip gidenle dertleşiyorum. Eşim ise kimseyle gidip gelememekten, konuşmayı unutacak neredeyse!  Eğmir ve Mogan gölleriyle buralara kadar kilometrelerce uzanan ODTÜ çam ormanlarına bakarak teselli buluyoruz. Binaları yöneten şirket de; onlarca bahçıvan çalıştırıp çeşitli ağaçlar ve çiçeklerle donatmaya çalışıyor çevreyi. Şimdi otuz-kırk; hatta elli altmış katlılarını yapmaya uğraşıyor.

            Büyük kentlerin sokakları ve caddeleri; kaçılası yerler oldu. İtiş-kakış; kıyamet gürültüleri; kasıtlı gibi görünen kazalar, kasten çıkarılan yangınlar ve daha bin türlü belalarla dolu. Bunlara bile, bir dereceye kadar katlanıyor insan! Fakat İstanbul'da başlayan Gezi Parkı inatlaşmasının Ankara'ya da yansımasıyla tüm cadde ve sokaklar, biber gazı dolu. Taşların arası, yer altı geçitleriyle metrolar, hatta duvarlar bile gaz deposu gibi. Canınız yanıp gözlerinize işkence yapılıyor her adımda. On gündür büroma gidemedim.                                                                                                                                                                     

            Can yakan kazalar ve cehennem gürültüleri artınca; kaçıp kurtulmak istiyor canlılar. Yalnızca insanlar değil; kuşlar da evcil olan ve olmayan tüm hayvanlar da; büyük kentlerde mutlu değil! İşte o yüzden ve daha bin türlü sebeple,  Hıdırlıkta olmayı istiyor canım.  "Hangi Hıdırlık? Akşehir'deki mi? Yalvaçtaki mi?" derseniz; ikisi de olabilir. Hatta ikisine birden gitmeli. Birinden diğerine, gidip gelmeliyim . Hem o gidiş gelişlerde Cankurtaran köyündeki dostlara uğrayıp, soğuk ayranlarını içmek ve sohbet etmek, ne kadar huzur verirdi ruhuma...  

            Biz yeni yetmeyken, bu yolun kıyısında kapısı penceresi olmayan, üç tarafı duvarlı bir yapı vardı. "Cankurtaran", o üç çıplak duvarın adıydı! Çünkü; yürüyerek veya eşeğiyle Yalvaç'tan Akşehir'e gidenler; kar tipisi bastırınca ne yaparsa yapsınlar, donmaktan kurtulamazlardı... Çok hızlı esen ve dönerek vuran rüzgar, tipiyi yüzlerine gözlerine çarpıp bir karış ötesini bile görmelerine engel olurdu. O sert karlı tipide önünü görmeden döner dururlar ve buzlu karın içine düşüp donarak kaskatı kesilip ölürlerdi. Özellikle Akşehir Beli denen kestirme yoldan gidenlerden çoğu, donarak ölmüş olarak bulunur ve "Falanca buymuş=donmuş!" diye konuşulurdu. Donmuş bedenler. deli kış azalınca getirilip mezara konurdu.   İşte adı Cankurtaran olan o çatısız üç duvar; yürüyerek veya eşeğiyle Akşehir'e giden veya oradan Yalvaç'a dönenlerin, tipi geçinceye kadar birazcık korunup sığınmalarını sağlıyordu. Sonradan topraklı bir dam ve kapı yapıldı. Çevresindeki dağlar ve yaylalar bomboştu. Boşluklarda önce birkaç Yörük çadırı görüldü. Sonra, çadırlar çoğaldı. Kalabalık artınca, köy oldular ve adına Cankurtaran köyü denildi. Bir keresinde otobüsle giderken, araç bozuldu; orada konuk edildik.  Şimdi nüfusu belediye olacak kadar çoğalmıştır sanırım.                                                                                                                                       

            "Belediye olmak mı iyi? Yoksa köy olmak mı?" diye sorarsanız; "Köy daha iyi!" Belediye olunca, başkanlara amir havası geliyor. Gurura kapılıp, herkese tepeden bakıyorlar. Hepsi değil ama, böyleleri de çıkıyor. Memurları oluyor, giderleri artıyor; ceremeyi ve para cezalarını, hemşeriler çekiyor. Bazı belediye başkanları; kendilerini padişah sanıyorlar. Bazen da belediye başkanlığından gelen padişahlar çıkıyor ki; değme diktatörleri arattırıyor... Padişahlık olacaksa; ülkedeki bütün belediye başkanları, o makama sırayla birer hafta otursunlar da; ihtilaf çıkmasın bari! Bu sözüme gülmeyin, Tarihte örneği var!Monte Negro denilen Karadağ'da, bir zaman Doç denen en zenginler; sırayla birer ay devlet başkanlığı yapıyorlarmış. Fakat o başkanlık sırasında kulede oturuyor ve ailesinden hiçbiriyle konuşmuyormuş. Bizde olsa, o padişahların eşleri her an yanında durup poz verir. Koltuğa ortak olduğunu böylece ilan eder. Elbette bu teklifim şaka! Laf uzayınca konu değişti. Sözün kısası; Akşehir ve Yalvaç'ı çok özledim. Ayıp değil ya; daüssıla hastalığı çekiyorum. Tüm Balkan ülkelerini ve Edirne'yle İstanbul'u, arkadaş guruplarıyla neredeyse yaya dolaştım. Bacağım bile itiraz edip şişti; fakat Daüssıla derdime bir çare olmadı.

Bu Haberi Paylaş



Yorum Yap