SAÇMALI-YORUM
Bir
trilyon, üç-beş kuruş olmuştu. İhaleyi ham yapacak bir muhterem de “Bu milletin
neyine” koymuştu. “Devletin kasasını soymazsan” kavramı icat olmuştu. Soyulacak
kasalara da paralar, Mars’tan, Plüton’dan gelmekteydi. Sol, altmış yılı aşkın
zamandır iktidar olamadığı için çalamıyordu. Özgürlüklerimiz arasına “günah
işleme özgürlüğü” de girmişti.
Bir
tavşan, elinde klavye yazıyor ha yazıyordu. O sırada oradan geçen bir tilki
tavşana sordu.
“Hey tavşan! Ne yazıyorsun?”
“Doktora tezimi yazıyorum.”
“Çok güzel. Ne hakkında?”
“Tavşanların tilkileri nasıl yediği
hakkında...”
“Yok canım. Öyle şey olur mu? Tavşanlar
tilkileri yer mi?”
“Yer, yer. Gel, sana göstereyim.”
Birlikte
tavşanın yuvasına girdikten az sonra, yuvadan çıkan tavşan oldu. Klavyenin
başına tekrar geçen tavşan yazmayı sürdürdü. Derken kurt oradaydı. Tavşana
sordu:
“Hey tavşan! Ne yazıyorsun?”
“Doktora tezimi yazıyorum.”
“Ne hakkında?”
“Tavşanların kurtları nasıl yediği
hakkında...”
“Ha, ha, ha! Buna kim inanır?”
“İnanmıyorsan gel, göstereyim.”
Bu
kere yuvaya tavşanla kurt girdi. Çıkan yine tavşandı. Yuvanın içindeyse durum
şuydu: Bir köşede tilkinin kemikleri, bir köşede kurdun kemikleri yığılıydı.
Öteki köşede oturan tez danışmanı Tazmanya Canavarı kürdanla dişlerini
kurcalıyordu. Dördüncü köşedekinin yüzü pek seçilemiyordu.
Bir
yerde bir hoca, talebelerini de yanına alarak gül bahçeleri arasında dolaşmaya
çıkmıştı. Gül bahçelerinden çitle ayrılmış yola uzanıyordu gül dalları. Gül
zamanının da sonuydu. Bir gülün dibine, iki ayaklı tarafından bırakılmış
necaseti gördü hoca. İşaret ederek öğrencilerine sordu:
“Orada ne görüyorsunuz?”
“Necaset görüyoruz hocam.” diyerek
yanıtladılar talebeler.
Tam bu sırada çıkan meltem, gül
çiçeklerinin taç yapraklarını savurdu. Gülün dibi pembe bir örtüye büründü.
Hoca, pembe örtüyü göstererek bir kere daha sordu:
“Şimdi ne görüyorsunuz?”
“Gül yaprakları…” diyerek yanıtladılar.
Hoca sormayı sürdürdü:
“Peki, şimdi hanginiz bu gülün altında
oturmak ister?” sorusunu sordu.
Kızılderililer
demiş ki: “Bizim şarkılarımız çoğunlukla yağmur üzerinedir. Çünkü bizde yağmur
çok az yağar ve çok istenendir, çok özlenendir. Beyazların şarkılarının çoğu da
aşk ve sevgi üzerinedir.”
Yanılıyor,
Kızılderili kardeş. Bizim, “barışı, adaletsizliği, zulmü, hainliği, haramiliği,
haramzadeliği…” anlatan türkülerimiz, söylemlerimiz çok, söyleyenimiz azdır.
Yağmur ise geleceğin döngüsüdür. Döngü yoksa ne aşk vardır, ne sevgi... Ne gül
kalır, ne tohumu...