BİR YANDA ABDULLAH ARDALAR ÖBÜR YANDA
APOPHİS
Cumhuriyet
Türkiye’sinin eğitim tarihindeki kırsal aydınlanması 1937-1948 arasında açılan
Köy Enstitüleriyle başlamıştır. Köy Enstitüleri kapatıldıktan sonra İlk
Öğretmen Okulları devreye girmiş, sayısı artırılan bu okullarla Köy Enstitüsü
ruhu sürdürülmeye çalışılmıştır. İlk Öğretmen Okullarının Öğretmen Lisesine
dönüştürülmesiyle o ruh ölüp gitmiştir.
Köy
Enstitülerinin kapatılmasının Türkiye’ye yapılmış en büyük kötülüklerden biri
olduğunu düşünenlerdenim. Isparta-Gönen İlk Öğretmen Okulu’na, ilkokulu
bitirdiğim yıl ve iki aşamalı yazılı sınav sonucuna göre 1967 Ekim’inde yedek
listeden girdim. 3 yıl ortaokul ile 3 yıl öğretmenlik eğitimine dayalı 6 yıllık
eğitim süresi, Öğretmen Lisesine dönüştürülmesi kararıyla 1 yıl artmış oldu. Bu
okullardan hem öğretmenlik hem de lise diploması sahibi olan ilkleriz. Zaten
İlk Öğretmen Okulları da son mezunlarını 1976’da verdi. Öğretmen Liselerine
dönüştürülen bu okullar Anadolu Öğretmen Liseleri olarak eğitim-öğretim kurumu
konumunu sürdürmektedir.
Ankara
Yüksek Öğretmen Okulu İçindeki İlk Öğretmen Okulu’na 89 ilk öğretmen okulundan
1973-1974 öğretim yılı başında, son sınıfı okumak üzere toplanan 450 ilkokul
öğretmeni adayının Haziran 1974’te verdikleri atama istemlerinde Sivas’tan
batıda hiçbir il yoktu. Bizi yurdun her köşesinde ve özellikle de yoksun
bölgelerinde çalışma azmiyle dolduran neydi? Bunu herkesin anlamasını beklemem
ise hayalcilik olur.
“Türkçe,
Fen Bilgisi, Sosyal Bilgiler, Matematik, Yabancı Dil, Tarım-İş, Ev Ekonomisi,
İş Eğitimi, Tarih, Coğrafya, Astronomi, Geometri, Fizik, Kimya, Biyoloji,
Resim, El Yazısı, Beden Eğitimi, Müzik, Milli Güvenlik, Felsefe, Mantık,
Sosyoloji, Psikoloji, Öğretim Metotları, Çocuk ve Ruh Bilimi, Eğitim
Psikolojisi, Teşkilat ve İdare” o çatı altında gördüklerimizdir. Fen bilimleri,
matematik, geometri konularını çalışır gibi müzik, resim, el yazısı
çalıştığımızı ve bir keresinde resimden bütünlemeye kaldığımı hiç unutmam.
Okulun tamirat, badana, boya, bağ, bahçe işlerinin tamamlandığı “Yaz
çalışmaları”, Haziran’da bir grubun; Temmuz’da diğer grubun katılımıyla
gerçekleşirdi. Zorunlu olan bu çalışmalara son iki sınıfa geçenler katılırdı.
1972 yazında katıldığım çalışmada Isparta’da resim sergisi açan gruptaydım.
Buna, resimden bütünlemeye kalmanın yararı diyebiliriz. 1973 yazında ise
Gönen’in kuzeyini kaplayan dağın yüzüne, yüz metre boyundaki “50.YIL” yazısını
yazmıştık.
O
kapıdan girene kadar iç içe büyüdüğüm toprak, su, güneş, bitki, hayvan, börtü
böcek ortamının unutulmasına, o çatı izin vermemişti. Tarım-İş dersimize
Abdullah Arda girerdi. Havanın dışarıda çalışmaya izin vermediği ders saatleri
sınıfta teoriyle, ahır ve kümeste gözlemle sürer; dışarıda çalışmaya uygun
saatler ise okulun bağında, bahçesinde, geçerdi. Köyümüzden tanışık olduğumuz
çapa, kürek, bel orada da vardı. Bağ, bahçe işleri sırasında yavaş olanları,
“Yunan çocukları sizden daha güzel çalışıyor.” diyerek uyarırdı. Hiç
affetmediği ise kaytarmaktı. “Bu toprakları Yunan çocukları mı yeşertecek?”
derdi. Çalışmasını beğendiklerinin yanına kadar varır, “Numuran kaç?” diyerek
not defterini çıkarır ve en yüksek not olan “10”ları sıralardı. Sınıfta süren
derslerde sorduğu sorulara isabetli yanıtlar verene cebinden eksik etmediği
çekirdeksiz kuru üzüm ve sarı leblebi karışımından verirdi. Elinden düşürmediği
99’luk tespihinin püskülüne gül yağı sürüvermek ise bir tür öğrenci
teşekkürüydü. Benim de epey “10” almışlığım, üzümle leblebinin tadına
bakmışlığım vardır. Bir gün fidan dikiyorduk. Kenara itilmesi gerekli dev bir
kaya vardı. Yeteri kadarımızı kayanın başında topladı. Elinde düdük, her
öttürüşte kayaya yükleniyorduk. Kaya, epey yol almıştı. Düdük sesi durdu. Biz
sus, pus olmuştuk. Grubun içinden bir arkadaşımızı çağırdı. “Asalak seni,
bunlar çalışırken, sen kaytarıyorsun.” diyerek dövdü. Sonradan öğrendik ki, her
düdük sesinde yükleniyor gibi yapan arkadaşımız kaytarır ve gülermiş. Burada
dayağı eleştirirken kaytarma ruhuna da dikkat gereği vardır. Memleket
aydınlanması Abdullah Ardalar elinde şekillenirken, bu aydınlanma dokunmuştu
karanlığa.
Geçen
hafta evde merdiven kalıbı çakıyordum. Başka meslekten emekli bir dostumuz, bu
çalışmayı görünce biraz da hayret eder tavırla: “Sizi bu konuda da eğittiler
mi” diye sordu. “Sanat ve zanaat dalları da olmak üzere” karşılığını verdim.
Apophis,
Mısır mitolojisinde, Nun'un suyu dedikleri ve kutsal saydıkları Nil Nehri'nde
yaşadığı ve yılan ya da timsaha benzediği söylenen, çok büyük bir yaratıktır.
Şeytani bir cin-iblis olan Apophis, karanlığın ve karışıklığın simgesidir.
Güneş (aydınlık) karşıtlığı, en temel unsurudur.
Aydınlıkla
yüzler açılır. Kimin ne olduğu meydana saçılır. Karanlık, aydınlığı sevmez.
Aydınlığın ulaşmadığı yere neler ulaşır, neler… Öğretmenin günü birlik gidip
geldiği kırsaldaki yerini başka şeyler doldurmuştur. Sırf bu yüzden, ne
karanlıklar vardır. Akıl ermez, sır vermez…