Eğirdir Müftüsü Abdurrahim Kocagöl I. İlçe
Müftüleri Kongresi’ne Katıldı
Eğirdir
Müftüsü Abdurrahim Kocagöl, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Antalya’da
düzenlenen I. İlçe Müftüleri Kongresi’ne katıldı.
Diyanet
İşleri Başkanlığı, Türkiye genelinde görev yapan ilçe müftülerini bir araya
getirdi. İlkinin Eğitim Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından 2012 yılında
seminer halinde gerçekleştiği toplantı, bu yıl farklı olarak kongre çatısı
altında toplandı. “90. Yılında Türkiye’de Din ve Diyanet Hizmetleri” teması
altında gerçekleşen I. İlçe Müftüleri Kongresi’ne Diyanet İşleri Başkanı Prof.
Dr. Mehmet Görmez de katıldı.
İlçe
müftüleri kongresinin sıradan bir toplantı olmadığını, bir muhasebe toplantısı
olduğunu vurgulayan Diyanet İşleri Başkanı Görmez, “Bu toplantı sıradan bir
toplantı ya da seminer değil, çok ciddi bir muhasebe toplantısıdır. Ulusaldan
küresele, yerelden evrensele doğru din ve diyanet hizmetlerini değerlendirmek,
geçmişin muhasebesini yapmak, bugünün değerlendirmesini yapmak ve geleceğin
planlamasını yapmak üzere bu kongreyi gerçekleştiriyoruz” dedi.
Türkiye’de
din-devlet ilişkilerinin yeniden yazılması durumunda Diyanet’in tarihinin son
derece önem arz edeceğini kaydeden Başkan Görmez, Diyanet’in tarihini 25’er
yıllık periyotlar halinde dört bölümde ele alarak şu ifadelerde bulundu;
“Diyanet
İşleri Başkanlığı tarihinin ilk 25 yılına bakacak olursak, büyük bir kurtuluş
savaşı sonrasında bir imparatorluk bakiyesi üzerinde Din-i Mübin-i İslam’ın
milletle birlikte bekası için çalışan bir müessese olduğunu görürüz. O
tarihlere baktığımızda tüm dünyada dinin sonunun geldiğini ilan eden
düşüncelerin yaygınlaşmaya başladığını, bütün dünyada din fenomeninin
tartışıldığını, insanların dinin dışında bir dünya kurmaya çalıştığı zaman
dilimleri olduğunu görürüz. O ilk 25 yıldaki Diyanet’in hizmetlerine
baktığımıza küresel yahut evrensel bir misyondan söz etmek o gün için mümkün
değildir. O gün daha çok milletin bekası için İslam’ın hayatla var oluş
ilişkisini kurabilmek ve ileriki nesillere ulaştırmak için çaba sarf edildiğini
görüyoruz. Dinin ana umdelerini muhafaza etmek ve gelecek nesillere ulaştırmak
için Diyanet’in tarihine altın harflerle yazılacak hizmetlerin imkânsızlıklar
içerisinde yapıldığını görüyoruz.
İkinci
25 yıla baktığımızda, daha önce özellikle din eğitimi ve din hizmetleri
konusunda yapılan bazı yanlışlıkların anlaşıldığını, dinin bekasının bu
milletin varlığı için ne kadar önemli olduğu üzerinde yeniden bir ittifakın
sağlandığını, kurumsallaşmanın yeniden gündeme geldiğini, dönem olarak
görebiliriz. Kurumsallaşmanın ne kadar önemli olduğunun görüldüğü bir dönem
olsa da, bu dönemde de küresel ölçekte bir misyondan söz etmek pek mümkün
değildir.
Üçüncü
25 yıllık dönem Türkiye’de ve dünyada büyük değişimlerin yaşandığı yıllardır.
Köylerden, kırsaldan şehirlere doğru büyük göçler yaşanmıştır. Türkiye’de büyük
mega kentler kurulmaya başlamıştır. Yine ülkeler arasında göç hareketleri
yaşanmıştır. Dünyada büyük değişimler olmuş, hız çağına girilmiş, iletişim
alanında insanlar büyük inkılaplar geçirmiştir. Savaşlar sürgünler olmuş,
dünyaya baktığımızda dinin insan hayatına daha fazla dokunmaya başladığı
zamanlara gelinmiş, din konusunda araştırmalar yapılmaya başlanmıştır. Diyanet
ise bu dönemde ulusaldan küresele yerelden evrensele doğru harekete geçmeye
başlamıştır. Avrupa’ya göç ile birlikte Diyanet’in hizmetlerine ihtiyaç
duyulmuş, dünyanın çeşitli ülkelerinde millet varlığımızın oluşmasıyla
Diyanet’in hizmet alanlarının ihtiyaç haline gelmiştir. Soğuk savaş döneminin
sona ermesiyle birlikte Diyanet’in hizmetinlerine Balkanlar ve Türki
Cumhuriyetlerden de talepler gelmeye başlamıştır. Bu dönem, Başkanlığın küresel
diyebileceğimiz bir misyona doğru yavaş yavaş harekete geçmeye başladığı dönemdir. İşte bugün bu
kongreyi düzenlememizdeki bir amaç da hizmetlerimizde evrensel bir dil
kullanmaya başladık mı? Küreselleşmenin farkında mıyız? Küreselleşme karşısında
biz farklı bir dil geliştirebildik mi? sorularına yanıt aramaktır.
Dördüncü
25 yıllık dönemde ise küreselleşmenin her şeyi alaşağı ettiği bir döneme girmiş
bulunuyoruz. Artık küre şehrimize, evimize girerek kendi kişisel
düşüncelerimize etki etmeye başladı. Bu küreselleşme dönüştürücü bir güce
sahiptir. Din dilini değiştiriyor. Dinin muhtevasına müdahale ediyor, kendisine
uygun bir din oluşturmaya çalışıyor. Bu noktada doğru ve sahih bir din dilini
yeniden inşa etmek hepimizin görevidir. Dinin sabitelerinden şaşmadan bu din
dilini oluşturmamız gerekiyor.
Dinin
ve medeniyetin tarihinde iki kavramın birlikte düşünülmesi önemlidir. ‘Süreklilik
ve Değişim’… Bu kavramları birlikte değerlendirmek önemlidir. Değişimi iyi
anlayamazsak kendi medeniyetimize, müessesemize süreklilik kazandıramayız. Hem
tarih sahnesinde süreklilik kazanmalıyız hem de değişimlerin bizi
dönüştürmesine izin vermemeliyiz. Değişimler bizi dönüştürmemeli ancak biz o
değişimleri anlamalıyız. Tarihin içinde kalarak dinin sabitelerinden bizi
hakikate bağlamaya devam edecek, hakikatin yolunda olmamızı sağlayacak o
sürekliliği de sağlamak zorundayız.
Biz
artık yerel, mahalli bir dil ile iktifa edemeyiz. Din dili evrenseldir. Din
sadece bir kavme hitap etmiyor. Zaten evrensel olan bir dinin mensupları
evrensel olan bir dili bulmak zorundadır. Dünyada çok ciddi kültür şokları
yaşanıyor. Nesiller bu kültür şoklarıyla karşı karşıyadır… Bu nesillerin
tedavisini yapmak için onlara uygun bir dil bulmak için çalışmamız gerekiyor.
Dünyada derin karşılaşmalar yaşanıyor. Önemli gecikmelerimiz var. Diyanet’in
kurumsal olarak zaman zaman idrak gecikmeleri olmuştur. Din hizmetlerinin tanımı
değişmiştir, köylerden şehirlere göçler yaşanmıştır. Biz bu konularda
gecikmeler yaşamışız. Avrupa’daki millet varlığımıza din hizmeti sunmada bir
idrak gecikmesi yaşamışız. Gönül coğrafyamızdaki kardeşlerimize din hizmeti
götürmede bir idrak gecikmesi yaşamışız. Bugün yaşadığımız idrak gecikmesi ise
küreselleşmeye cevap verebilecek bir dile henüz kavuşmuş değiliz. Bu bizim
kültür ve medeniyetimizde bil kuvve mevcuttur. Ancak bil fiil mevcut değildir.
Bugün İslâm medeniyeti ile Batı medeniyeti arasında bir mukayese yapıldığında
İslâm medeniyeti bilkuvve hayattadır. Ancak bil fiil hayatta değildir. Batı
medeniyeti bil kuvve ölüdür. Ancak bil fiil hayattadır. Bizim bugün kendimize
sormamız gereken soru şudur: Yerelden evrensele, ulusaldan küresele nasıl bir
dil kullanmamız gerekiyor? Hizmetlerimizi yeniden nasıl tanımlamamız gerekiyor?
İşte bu kongrenin amaçlarından biri de budur. Diyanet’in bir dili vardır
elbette. Ancak bu dilin yeterliliği konusunu yüksek bir özgüvenle müzakere
etmemiz gerekiyor. Diyanet’in zımnında mündemiç olan evrensel bir dil var
zaten, o dili ihya etmemiz gerekiyor. O dili ihya ederek evrensel bir dili
yakalamamız gerekiyor.
Din
hizmetleri İslam dünyasında farklı modellerle yürütülüyor. Diyanet modeli İslam
dünyasının her tarafından farklı bir modeldir. Diyanet modeli benzerlerine
kıyasla siyasetten ve politik kaygılardan uzak bir modeldir. Mahza politik ve
ideolojik bir dil asla evrensel olamaz. Bu hiçbir ideali olmaz anlamına gelmez.
Her Müslümanın mutlaka idealleri vardır. İslam’ın kendisi zaten o idealleri ve
hakikatlerini birlikte telkin etmiştir. Ancak İslam’ı mahza bir ideolojiye
indirgemek İslam’a haksızlıktır. Düşünce itibarıyla uçlara savrulmadan merkezde
olmalıyız. Diyanet’in varlığını ve hizmetlerini mezhep ve meşrep üzerinden
tartışmak üzüntü vericidir. Zira Diyanet, İslâm’ın ana yolu olan ehl-i sünnet
kavramını dahi hiçbir zaman kullanmamıştır. Hep Müslüman kavramını
kullanmıştır. Vasat ümmet’i merkez ümmet olarak anlamak gerekiyor. Zira bugün
Batı-İslâm ikileminde Şiilik, Şiilik-Sünnilik ikileminde de Selefilik, İslâm’ı
temsil etmek istiyor ya da birileri böyle istiyor. İslâm’ın uçlarda temsil
edilmek istenmesi doğru değildir.
İslam,
medeniyet merkezli bir anlayışla yorumlanmalıdır. Bu toplumun, İslam
medeniyetini sadece metinlere indirgeyerek, belirli bir coğrafyayla,
mahalleyle, mekânla izah etme yanlışlığına düşmeden İslamiyet’in evrensel
olduğunu, tarih boyunca medeniyetler kuran bir din olduğunu anlayarak bir dil
geliştirme potansiyeline sahip olduğunu ifade etmek istiyorum.
İlim,
hikmet ve marifet kavramlarını birlikte düşünmeliyiz. Âlim, hakim ve arif,
bunları birlikte düşünmeliyiz. İlim bu topraklarda hiçbir zaman hikmetten ayrı
düşünülmemiştir. Hikmet de marifetten, irfandan ayrı düşünülmemiştir. Sizlerde
var olduğuna inandığım ‘dil’ böyle bir ‘dil’dir. Hüküm merkezli bir dil
değildir. Sadece ilim merkezli değil, ilim, hikmet ve marifetin birlikte
düşünüldüğü bir ‘dil’dir. Bu dilin
Balkanlarda bir karşılığı vardır. Hatta bizim onlardan alacaklarımız vardır. Bu
dilin Avrupa’da bir karşılığı vardır. Batı’da İslamofobia’yı, İslam korkusunu
ortadan kaldıracak olan dil, bizim kullanacağımız ‘dil’dir. Kullandığımız dilin
bütün dünyada bir karşılığı vardır. Bu dil’i nasıl daha yükseklere
taşıyabiliriz, bunun için bu kongreyi yapıyoruz.
Diyanet
olarak bilfiil tarihin içinde değiliz. Ancak bil kuvve tarihin içindeyiz.
Diyanet, tarihinde zor ara dönemler yaşasa da kendini inşa eden bir sürekliliğe
hep sahip olmuştur. Kendini merkezde gören bir anlayış ile sürekliliğini
korumuştur. Asla marjinal olmayı kabul etmeyen bir anlayışa sahip olmuştur.
Ancak bu halde bile Diyanet, tarihin içinde olamamıştır. Çalışmalarımızı, plan
ve programlarımızı tarihin içine girme yönünde yapmak zorundayız. Zira bugün
milletimiz, dünyada umut olmaya başlamıştır. Ecdadımız, Yemen’i Harameynin
muhafaza edileceği yer olarak görmüştür. Buna göre çalışmalarını yürütmüştür.
Bugün Başkanlığımız Vietnam’a, Arjantin’e imam gönderiyor. Haiti’de Diyanet’in
bir merkezi var. Haiti’de okulumuz var. Afrika Dini Liderler Zirvelerini
yaptık. Avrasya İslâm Şuralarını gerçekleştiriyoruz. Çin’li Müslümanlarla
ilişkilerimiz gelişiyor. Bu sene inşallah Latin Amerika Dini Liderler Zirvesini
yapacağız. Dünyadaki Müslüman azınlıkların sorunlarıyla yakından ilgileniyoruz.
Her görevlimizi dünyanın her yerinde görev yapacak hale getirmeliyiz.
Din-i
Mübin-i İslâm, bütün dünyada çok zor bir süreçten geçiyor. İslâm dünyasının her
tarafından alevler yükseliyor. Hatta İslâm dünyasın Osmanlı’nın son dönemlerini
yaşıyor. Ülke olarak da çok zor
günlerden geçiyoruz. Son zamanlarda toplumda din algısı büyük yara almıştır.
Genç kuşaklarda din ve dindarlık algısı yara almıştır. Bütün toplumun
fertlerinde İslam’a, dine ve dindarlığa karşı bir hayal kırıklığı yaşanıyor.
Milletin her ferdini kucaklayarak toplumdaki bu hayal kırıklığını tedavi etmek
gibi bir görevimiz var. Diyanet İşleri Başkanlığı manevi boşluk bırakmadan
manevi rehberliğini yaparsa toplumda bu hayal kırıklığı yaşanmaz. Toplumdaki bu
hayal kırıklığını nasıl giderebiliriz? Din nasıl yara aldı? Toplumun bütün
fertlerini yeniden nasıl kucaklayabiliriz? Bunlar üzerinde durmamız gerekiyor.
Kutlu Doğum Haftasını bütün bu yaşananlar için, bütün bu yaraları tedavi etmek
için iyi bir fırsat olarak değerlendirmeliyiz. Bu sene “Hz. Peygamber, Din ve
Samimiyet” konusunu ele alıyoruz. Din, samimiyettir. Kendimizden başlayarak
toplum olarak samimiyet eksikliği ile ilgili ne gibi eksikliklerimiz varsa
hepsini tedavi etmek için seferber olmalıyız.
Çok
sevdiğim bir müftü tanımı vardır. Müftü, İslâm akidesine göre, beyan vazifesini
ifa etmede, yerine getirmede takliden değil tesisen Hz. Peygamberin
halifesidir. Müftülük makamı, görevlilerin idari ve bürokratik işlemlerinin
yerine getirildiği bir müdürlük değildir. Müftülük, şehrin dini-manevi hayatını
sevk ve idare eden merkezdir. Bunu irşad kurulları marifetiyle yerine getirir.
Şehrin manevi hayatını kemiren bütün kötülükleri tespit ederek yerine getirir.
Evlenme-boşanma oranlarını, suç oranlarını temin ederek yerine getirir. Bölgesel
farklılıkları göz önünde bulundurarak yerine getirir. Buna göre vaazlarını,
irşad faaliyetlerini belirler. Aynı şekilde din görevlisinin tarifleri de
değişmiştir. Din görevlisi sadece camide namaz kıldırmakla görevli olan imam ve
müezzin demek değildir. Mahallesinin, camisinin hoca efendisidir. Ebu Davud da
geçen bir hadis-i şerifte Sevgili Peygamberimiz (sas): “İmam, bütün insanların
kefilidir, namazda önüne durduğu bütün insanların kefilidir. Müezzin de
müstemendir, yani en büyük emindir.” buyuruyor. Buna göre topluma götürdüğümüz
bütün hizmetleri yeniden ele almamız gerekiyor.”
Beş
gün sürecek ve durum değerlendirmelerinin yapılacağı kongreye, Diyanet İşleri
Başkan Yardımcıları Prof. Dr. Mehmet Emin Özafşar, Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz
ve Diyanet teşkilatının üst düzey yöneticileriyle birlikte Türkiye geneli görev
yapan ilçe müftüleri katıldı.