ÇANAKKALE
“Bağıllılı
Mehmet Çavuş, bize sıkça gelirdi. Ali Amcamla birlikte Çanakkale
Cephesi’ndeymişler. ‘Siperdeydik. Kurşunlar vızır, vızır işliyordu. Ali, sakın
başını siperden çıkarma, diyordum. Bir baktım, Ali’nin şakağından kurşun girmiş,
cansız yatıyor.’ diyerek amcamın şehit oluşunu babama anlatırdı. Anlatırken de
hüngür, hüngür ağlardı o koca adam.”
Bağıllı, Eğirdir Bağıllı köyüdür. Çanakkale Gazisi olan Mehmet Çavuş, bu
köydendir. 1923 doğumlu olan babam, amcası Kürt Ali’nin Çanakkale’de şehit
olduğunu Mehmet Çavuş’tan dinlemiş. Bu gün andığımız Çanakkale Zaferi, 3 Kasım
1914 ve 18 Mart 1915 tarihleri arasında Çanakkale Boğazı'nda cereyan eden bir
seri deniz savaşlarıyla 25 Nisan 1915 - 8/9 Ocak 1916 tarihleri arasında Gelibolu
Yarımadası'nda yapılan kara savaşlarının yıldönümüdür. Küresel Sömürüı, sömürge
halklarını yurtlarından getirip bizimle vuruşturmuştur.
Resmi
kayıtlara göre düzenlenmiş Çanakkale şehitlerine ait tabloları verirken,
birilerinin dediği gibi ölü sevicilik (=negrofili) falan yapmıyorum. Ömürleri
yokluk ve yoksulluğa şükürle geçmiş atalarımızın bize bıraktığı şu ülkenin
içinde bulunduğu durumu okumaya çalışalım. Sığdan değil, derinden, derinden…
Bir beş dakika…
Yazının
başında verdiğim öykü, Anadolu’muzun, pek çok köyünde anlatıla gelmiştir. Koca
imparatorluktan kalan Anadolu’ya sahip olmaktan başka çıkar yol olmadığını
gören Anadolu halkı, ölümüne direnmiştir Çanakkale’de. Çanakkale, emsalsiz bir direniştir tarihte.
Mustafa Kemal ve yol arkadaşları bu örste şekillenmiş, çeliğin suyu burada
verilmiştir. Sevr ile Anadolu’ya çöken karanlık, Çanakkale’de şekli verilen
çelik kılıçlarla yırtılmıştır. Gök açılmış, Anadolu toprakları güneşle
kucaklaşmıştır.
Osmanlı’da ömrünün bir on yılını cephede, üç yılını da Anadolu’nun
Kurtuluşunda geçiren yiğit, güneşle kucaklaşan toprağa dönmüştür. Otuz beşinden
sonra ancak ev, bark sahibi olabilmiştir. Kır, bayır tarlasındaki öbek, öbek
yığılmış çağılların çevresinde karasabanının yanaşmadığı her karış toprağa bile
tohum saçmış, çocuğuna çapalatmıştır. Bu davranışıyla “vatan toprağının her
karışının değerli olduğunu” Cumhuriyetle doğan çocuklarına öğretmiştir.
Cumhuriyetle doğanların çocukları olan biz de “bu değeri” onlardan öğrendik.
Bize bırakılan ileti (mesaj) şuydu:
1)
Vatan toprağının her karışı değerlidir.
2)
Bu toprağın sahipliği için dedelerimiz şehit, gazi oldular.
3)
Bize düşen görev, bu toprağı üretken yapmaktır.
4)
Aksi halde bunun ağır bir hesabı vardır, tıpkı onların ödediği gibi.
Çapayla
ekilen, sıpayla sapı çekilen o topraklar boş durur bu gün. Fikren, ilmen yatar
olmuştur, o toprağı çapa ile ekenlerin torunları. Gelinen noktadan görünenlere
bakalım:
1)
Özelleştirme, yabancılara mülk edindirme…
2)
Ormanların ortasında taş ocakları…
3)
Doğal güzelliklerin ortasında beton, beton, beton…
4)
Bölünme aşamasındaki Türkiye…
5)
Bizi tutkallayan unsurların törpülenmesi, ötekileşme, ötekileştirme…
6)
Seçim mitingleri bangır da bangır, tansiyon tavanda…
7)
Yarına endişe, mide bulandıran ses kayıtları…
8)
Hiçbir temizlik maddesinin temizleyemeyeceği etik kirlilik…
9)
Kaynak israfı, hukuksuzluk…
10)
Çoğu açlık sınırının altında bir gelire sahip Anadolu halkı…
Ne
dersen de, ne düşünürsen düşün. O gün geçilemeyen boğaz, çoktan geçilmiştir.
Boğazları yeniden kazanmanın yolu, her karış toprağın değerini bilmektir. Her
karış toprağı çapayla ekmektir. Sapını da sıpayla çekmektir.
Çanakkale’nin
doksan dokuzuncu yılında ebediyetteki şehitlerimizi ve gazilerimizi minnetle
anıyorum. Ötekileştirmeye, ötekileşmeye, hukuksuzluğa, gerilime, “Yok ol!
Defol! Toz ol!” diyorum.