BACAKTA BEŞ KURŞUN
“Yaşlandım
artık. Bacağım her geçen gün daha fazla ağrıyor. Uyku yok; ağrılara dayanacak
gücüm kalmadı. Önceleri böyle ağrılar pek yoktu. Bir doktora gitsem mi acaba?”
diye düşündü.
Öyle
de yaptı. Sabahleyin erkenden hastaneye gitti. Bir güzel kontrolden geçti.
Bacaklarındaki Balkan Savaşları’ndan kalan beş kurşundan bahsetti. Doktorlar
onu iyice muayene ettikten sonra kurşunların çıkarılmasına karar verdi. Eğer
kurşunlar çıkarılmazsa oksitlemeden dolayı vücudun zehirleneceği bir güzel
anlatıldı.
Ameliyat
kaçınılmazdı.
----------- ---------- --------------
Balkan
Savaşları başlamıştı. Osmanlı Devleti bu kez de Balkan Savaşları’yla baş etmeye
çalışıyordu. Silah altında bulunan askerlerin sayısı savaşa yetmiyordu.
Anadolu, şimdiye değin ne yaptıysa yine onu yapmaya başlamıştı. Eli silah tutan
Türk erkekleri gönüllü olarak askere yazılmaya başladı.
Yazar
Ziya Şakir de gitti, gönüllü olarak yazıldı.
Savaşın
şiddetli bir zamanında Ziya Şakir’in bulunduğu siperlere düşman askerleri yoğun
bir biçimde saldırı başlattılar. Tüfeklerin ağızlarından şimşek hızıyla çıkan
kurşunlar yine şimşek hızıyla hedeflerine ulaşıyordu. Kurşunu yiyenler bir
çınar gibi arkaya devriliyor ve sessiz bir dünyaya yolculuk başlıyordu.
Kıyasıya
bir öldürme yarışıydı bu. Kurşunlar başın yanından vızır vızır geçerken
kulakları sağır ediyordu. Tek bir gaye vardı: öldürmek.
Öldürmek
savaşın ana gereğiydi. Ne kadar asker öldürürseniz o denli başarılı
sayılırdınız. Savaşta asker öldürmek bu yüzden vazgeçilmez bir yarıştı. Hatta
göğüs göğse çarpışmalarda sağ çıkmak tam anlamıyla kahramanlıkla eşitti.
Ziya
Şakir, çarpışmanın en kızgın zamanında bir kurşun yedi. Geriye, sırt üstü
düştü. Nefesi kesilmişti. Fakat yaşıyordu. Derin bir nefes aldı. Arkasından bir
derin nefes daha… Kurşun sol omzundan girmişti.
Bu ara gazetecilik yaptığı günler aklına geldi. Makineler arasında
arkadaşı Celal ile yaptığı şakalar gözlerinin önünden bir bir geçti. Kendini
yokladı. Ayağa kalktı. Gücü yerindeydi. Yere düşen tüfeği yeniden aldı ve
kendini siperin ağzına attı. Bastı kurşunları düşman üstüne. Tüfeklerin
ağzından çıkan kurşunlar siperin tozunu ayağa kaldırıyordu. Bu sırada Ziya
Şakir bir kurşun daha yedi. Bu kez kurşun sol kol pazısını parçalamıştı. Ziya
gene aldırış etmedi.
Bu
kez komutanın gür sesi duyuldu. Siperler terk edildi ve düşman üzerine saldırı
başladı. Ziya da yerinden fırladı ve bir ok gibi düşmanın üzerine atıldı.
Düşman, Türk askerinin kurşununa, ölüme koşmasından ürktü ve siperlerini terk
ederek kaçmaya başladı. Ziya ve arkadaşları düşman siperlerine girdiler. Fakat
Ziya yerinden kalkamadı. Bedeninden ve bacaklarından kanlar akıyordu.
Bayılmıştı. Arkadaşları hemen onu sıhhiye ile siper gerisine gönderdiler.
Ziya
hemen ameliyata alındı. Dokuz kurşun yemişti. Bedenindeki dört kurşun
çıkarılmıştı. Bacaklarında beş kurşuna zararsız diye dokunulmadı. Doktorlar,
“Allahtan umut kesilmez’” diyerek onu revire yatırdılar.
Dokuz
kurşuna rağmen Ziya Şakir ölmedi ve doktorları şaşırttı. Günden güne iyileşti
ve onu cephe gerisine, bacağındaki beş
kurşunla, Anadolu’ya, İstanbul’a
gönderdiler.
---------- -------
--------
Savaşın
ardından yıllar geçmişti. Osmanlı Devleti gitmiş ve Genç Türkiye Cumhuriyeti
dünya haritasındaki yerini almıştı. Fakat Ziya’nın bacaklarındaki kurşunlar onu
yıllar sonra rahatsız etmeye başlamıştı. Ameliyat kaçınılmazdı ama ameliyat
parası yoktu. Parayı nereden bulacaktı? Acaba arkadaşı Celal’e gitse, durumunu
anlatsa o, çare olur muydu? Bursa’da beraber çalışmışlar ve o zaman için ulusa
ulusal bilinç veren yazıları Alemdar gazetesinde birlikte yazmışlardı. Kararını
verdi; Celal’e gidecekti.
Gitti
de!.. Durumu anlattı. Celal, vatanı için çarpışıp dokuz kurşun yiyen bu
vatansever arkadaşına istenilenden fazlasını verdi.
Ziya
Şakir ameliyat oldu ve bacaklarındaki savaştan kalan kurşunlardan kurtuldu.
Hastahaneden taburcu olunca tek başına
kaldığı derme çatma evine gitti. Zar zor abdest aldı. Şükür namazına niyet
etti. Namazını kıldı ve kendisine el uzatan Celal’e de dua etti.
Ziya’nın
arkadaşı Celal ise Türkiye’nin üçüncü Cumhurbaşkanı Celal Bayar’dan başkası
değildi.